Friday, December 26, 2014

Kurds: We are Ready for Both War and Peace!

Kurds: We are Ready for Both War and Peace!

Research Turkey

Kurds: We are Ready for Both War and Peace!

No one knew yet that the incidents which started with ISIS’s attacks to the Yazidis’ holy city Sinjar on August 3 would be the beginning of lots of things in Turkey and would upset the balance in the Middle East.
As a result of ISIS’s attacks, Yazidis[1] escaped to the Sinjar Mountains and began a long journey harrowed by famine and drought. Tens of thousands of Yazidis were killed, thousands of Yazidi women were raped and thousands of them were sold as slaves in Arab bazaars. The Federation of Yazidis indicate that 5000 Yazidi women are still lost. The People’s Protection Units (YPG),[2] which came to Sinjar to rescue Yazidis who were stuck in the mountain from the massacre, attempted to rescue them through a human corridor they have built on the one hand, while fighting against ISIS on the other hand.

Kürtler: Savaşa da Barışa da Hazırız!

Kürtler: Savaşa da Barışa da Hazırız!

Research Turkey

Kürtler: Savaşa da Barışa da Hazırız!

3 Ağustos’ta IŞİD’in Ezidiler’in kutsal kenti Şengal’e saldırılarıyla başlayan olayların Türkiye’de birçok şeyin başlangıcı olacağını ve Ortadoğu’daki dengeleri sarsacağını henüz kimse bilmiyordu.
IŞİD saldırıları sonucu Ezidiler[1] Şengal dağlarına kaçarak açlık ve susuzlukla örülü uzun bir yolculuğa çıktılar. On binlerce Ezidi katledildi, binlerce Ezidi kadına tecavüz edildi ve binlercesi de Arap pazarlarında köle olarak satıldı. Ezidi Federasyonu bugün hala 5000 Ezidi kadının kayıp olduğunu belirtiyor. Dağda mahsur kalan Ezidileri katliamdan kurtarmak için Şengal’e geçen YPG[2] birlikleri bir yandan IŞİD ile savaşırken, öte yandan Ezidileri oluşturduğu insan koridoru ile kurtarmaya girişti.

Wednesday, December 24, 2014

"Misafir" söylemini bırak, mülteci haklarına bak!

"Misafir" söylemini bırak, mülteci haklarına bak!

İstanbul Tarlabaşı’nda otobüsün egzos dumanıyla  ısınmaya çalışan Suriyeli kızın resmi Suriyeli göçmenlerin bugün Türkiye’deki durumlarının çarpıcı bir göstergesiydi. Twitterdan paylaştığım bu resim sonrası gelen “o resmi bilerek vermiştir”, “yeter bu kadar misafirlik”, “evlerine dönsünler” gibi yorumlar, toplum olarak ne kadar “ırkçı” olduğumuzu bir kez daha gözler önüne seriyordu.
Tam da aynı gün Boğaziçi Üniversitesinde BÜKAK (Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü) ve Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nin organize ettiği “Türkiye Artık  Göçmenler Ülkesi” konulu panelde Şenay Özmen, Chiara Rambaldi ve Zahide Daş ile Türkiye’ye gelen Suriyeli, Ezidi, Kobaneli, Iraklı, Afgan, Afrikalı göçmenlerin durumunu tartışıyorduk.

Monday, December 22, 2014

Ortadoğu karanlığında bir ışık: JİN JİYAN AZADİ!


Ortadoğu karanlığında bir ışık: JİN JİYAN AZADİ!

2014 yılı başlarında Amman’da Kadın için Küresel Fon (GFW) öncülüğünde Ortadoğulu kadınlar olarak bir araya gelmiştik. Bu bir araya gelişimizin önemli bir nedeni vardı: Ortadoğu’nun birçok ülkesinde kadınların eğitim, politika, doğurganlık hakları gibi farklı alanlarda cinsiyet eşitliği konusunda kazanımlarını kaybettiği kritik bir süreçte, farklı ülkelerden kadınlar olarak, bu duruma karşı nasıl mücadele edeceğimizi, güçlerimizi nasıl birleştirebileceğimizi konuşmak.

Wednesday, December 17, 2014

Nenemin şarkısı

Nenemin şarkısı

Nenem Ayşe Teyfur geçen ay 104 yaşında öldü.
Bir asırdan fazla süren ömründe nenemle iletişimimiz oldukça sınırlı oldu, daha doğrusu olamadı. Hatta nenemi fazla tanıdığım bile söylenemez.  Çünkü onunla konuşamıyordum. Nenem Türkçe, bense Kürtçe bilmiyordum.
Çocukken yılda sadece 1 haftalığına gittiğimiz köyde, şehirden gelenler olarak el üstünde tutulurduk. Bu bir haftalık ziyaretimiz sırasında nenem, dedem ve tüm köy bizleri mutlu etmek için çeşitli yöntemler denerdi. Ben en çok ata ve eşeğe binmeyi severdim. Attan ya da eşekten düşmeyeyim diye yanıma verilen birilerinin eşliğinde, her gün su getirmeye ben de köyün kızları ile giderdim. Nenemle o zamanlar ilişkimiz, sürekli girdiğimiz Dicle’nin suyundan, bağdan, bahçeden, hayvanlardan arta kalan vakitlerimde koşarak geldiğim evde, acıktığımda “nan” yani ekmek, yemek deyişimdi.

TÜRKİYE ARTIK BİR GÖÇLER ÜLKESİ

“TÜRKİYE ARTIK BİR GÖÇLER ÜLKESİ”: NURCAN BAYSAL’LA
SAVAŞ MAĞDURU GÖÇMENLER ÜZERİNE SÖYLEŞİ

Söyleşi: Esra Aşan, Zeynep Kutluata

Feminist Yaklaşımlar,Sayı 24, Ekim 2014, İstanbul

Suriye iç savaşının yarattığı yıkım ve tahribat Türkiye’deki yaşamın da önemli bir parçası. Çünkü savaştan kaçan yüzbinlerce Suriyelinin yaşadığı ülkelerden biri de Türkiye. Devletin resmi kampları, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde belediyelerin açtığı kamplar Suriyeli, Şengalli, Kobaneli savaş mağdurlarına tesis edildi. Kamplarda kalamayan insanlar ise Türkiye’nin pek çok iline dağılmış durumda. Savaşın neden olduğu tahribat, psikolojik yıkım ve yoksulluk karşısında geliştirilen dayanışmanın güçlenmesi ve sürdürülebilirliği göçmenlerin hayatlarına devam edebilmeleri için oldukça önemli bir yerde duruyor. Araştırmacı, yazar Nurcan Baysal, göçmenler üzerindeki savaşın etkilerini hafifletmek için mücadele eden aktivistlerden biri. Ağırlıklı olarak Diyarbakır ve Urfa’daki belediyenin açtığı kamplarda çalışma yürüten Nurcan Baysal ile Türkiye’deki Ezidi ve Kobanêli göçmenlerin durumu, yaşam koşulları üzerine bir söyleşi yaptık. Bu söyleşide Nurcan Baysal, savaş mağdurlarının yaşamlarına devam edebilmeleri için toplumsal dayanışmanın gerekliliğinin altını çiziyor ve Türkiye’de sivil toplumun ve resmi kurumların geliştirdiği politikaları eleştirel bir gözle değerlendiriyor.

Monday, December 15, 2014

Çocuk Hakları mı dediniz?


Çocuk Hakları mı dediniz?

Bugün 17 Kasım 2014, bu puslu Amed gününde ben Kürt çocuklarla ilgili bir yazı yazmaya çalışırken, büromun penceresinden dışarıda top oynayan çocuklar takılıyor gözüme. Yan binanın bahçesinde top oynayan 5-7 yaşlarındaki çocuklar, her gol attıklarında “Biji Apo” diye haykırıyorlar.

Wednesday, December 10, 2014

From the Book THAT DAY: The “Wise People” come to Kavar

From the Book THAT DAY:

 The “Wise People” come to Kavar 

Today is the fifteenth of May 2013.  I set out from Tavan to Çorsin just before noon.  Today we have important guests.  I get to Çorsin just after the Wise People Committee is about to arrive at the villages.  Clearly the Wise People are not the only ones to arrive, for I can see several vehicles from the Office of the Prime Minister as well.  It is not easy to find space for these vehicles in a place as small as Çorsin.  The women of Kavar greet the Wise People with pictures of their dead children.  They do not put these pictures down throughout the two hours of the meeting.  The Committee is taken to the house of mourning where the meeting will be held and seated at the chairs and tables hung with cloths of yellow, green and red.  I quietly find a place to perch at the side and begin watching.  Quite a number of people have been stuffed into a room of one hundred-square meters.   Women sit on one side and men on the other, with several people from the Prime Ministry wandering around in the center.  The Committee Head briefly explains the goals of their visit and then various residents of Kavar describe what they experienced THAT DAY.  How Çorsin was burned down on the twenty-eighth of December 1993, who it was that gave the order, what all happened to the people of the village THAT NIGHT, all of it is described in detail.  As the man from the Prime Ministry runs his video camera over the faces of the people of Kavar I am once again awed by the villagers’ bravery.

            Then THAT woman begins to speak.  Sometimes she speaks Turkish, sometimes Kurdish.  It is obvious that she speaks Turkish well, but like my mother, when she begins to weep and moan she slips into Kurdish.  She speaks of THAT DAY: 

Friday, December 5, 2014

Yazidis: “Kurds have protected us; if we are going to die, we will die together”

Yazidis: Kurds have protected us; if we are going to die, we will die together

We are waiting for our fate

We wake up to a hot day. Fall has not arrived to Silopi as of yet. With its unpaved roads and non-working trucks left on the sides of the roads, Silopi seems to me more poor than usual. Before going to the camp of the Yazidis, we pay a visit to the Municipality. Mayor Seyfettin Aydemir and Co-Mayor Emine Esmer welcome us at the Silopi Municipality.

Emine Esmer begins talking, The institutions that have come here have not shouldered the responsibility. The Yazidis have been staying here for one and a half months. We got them back here from the bus terminal. We first made them stay in disaster houses, and then we opened a camp. We created a new, living space for Yazidis on a land of 30 decares. But we do not know what we are going to do tomorrow, when the winter will begin. There should be a station at the border. There are 2.500 Yazidis in Silopi. Half of those 2.500 Yazidis stay at the camp, while the other half are staying as guests at the houses of Silopi. People of Silopi, who live under poverty, have succored the Yazidis from the first day. They share everything they have with the Yazidis. The Municipality has launched a card system for those staying at the houses. With those cards distributed by the Municipality, they can buy dry food free of charge.

Yazidis are killed by saying “La İlahe İllallah"

Yazidis are killed by sayingLa İlahe İllallah[1]

Most of the Yazidis who came to Diyarbakır are staying as guests on property belonging to the Yenişehir Municipality, which is on the way to Mardin. The site is 10-15 kilometers away from the city center, and known among locals as the picnic site. A smaller group of Yazidis are staying in the Sümerpark site of the Diyarbakır Metropolitan Municipality at the city center.

We leave to visit the site. Yazidi people who have come here because of the Şengal massacre are staying in our picnic location. Entrance is forbidden is written on the yellow-red-green plate at the entrance of the site. Municipality officers say that as of today (September 4) there are 2.700 Yazidis staying there, and the numbers are increasing rapidly. They add that only yesterday 800-900 people arrived to the site.

Yazidis: 74th Firman

Yazidis: 74th Firman[1]

“We were killed not only by ISIS, but also by our neighbors”

This is the first time I am going to Iraqi Kurdistan by car. We get to the border very easily; there is no traffic. My friend coming with me says before the attacks of ISIS, there were long queues of trucks, and each vehicle had to wait around 4 or 5 hours before crossing the border.

I am the only woman at the border. I feel the glances of those who find my presence here bizarre. We complete the paperwork rapidly, and I pass to the other side of the border with my car. The moment I arrive in Iraqi Kurdistan, I feel relief seeing many women working at the border or as security personnel. The female security guards try to speed up my procedures because they are happy to see a Kurdish woman coming there from Amed, driving her own car. I walk to the Public Order Director who is waiting for me.

‘We are in need of a handful of water; if you cannot do anything else, at least send us a handful of water’

‘We are in need of a handful of water; if you cannot do anything else, at least send us a handful of water’

After Diyarbakır’s burning hot days, I am on a long-awaited vacation with my children. Though, my plan was to pass these days without my phone and computer, our holiday soured as ISIS began to slaughter people a few days after we began our vacation, and as the photographs of hungry and thirsty Yazidis on the mountains began to circulate.

Wednesday, December 3, 2014

Barışın dili

Barışın dili

Geçen hafta İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Demokratik Gelişim Enstitüsü ve Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Merkezi’nin düzenlediği ‘Dilin, Kimliğin ve Medyanın Çatışma Çözümündeki Rolü’ konulu panelde özellikle barış süreçlerinde dilin önemi üzerine verimli tartışmalar yapıldı.

Sunday, November 30, 2014

Van hâlâ üşüyor!

Van hâlâ üşüyor!

Bundan 3 yıl önce bir Pazar günü almıştım Van’daki deprem haberini. Beraber çalıştığım ekip arkadaşlarım hemen Van’a hareket etmiş, ben ise Diyarbakır, Antep gibi yerlerden toparladığım battaniyelerle birlikte, 2 gün sonra yardım kamyonlarının ardı sıra Van için yola çıkmıştım.
Depremin 3. Günü ulaştığım Van tam bir yıkım içerisindeydi.

Friday, November 21, 2014

Makbul Kürt “Aydın” Olmak

Makbul Kürt “Aydın” Olmak

Uzun süredir yazmak istediğim ama elimin bir türlü gitmediği bir yazıydı bu. Ancak son Kobane olayları sonrası sık sık televizyonlarda izlediğimiz kimi Kürt “aydınlar”ın söylemlerini dinledikçe kalem kaçınılmaz oldu.
Batının gözünde 2 tür Kürt aydın vardır: Makbul Kürt aydınlar ve makbul olmayan Kürt aydınlar.

Sunday, November 16, 2014

Koruculuk Kaldırılmalıdır!

Koruculuk Kaldırılmalıdır!

Dün bir korucu öldürüldü. Bitlis'in Çeltikli köyünde geçici köy korucusu olarak görev yapan ve yaklaşık 2 aydır haber alınamayan Nihat Çaprak, direğe bağlanarak kurşuna dizilmiş halde bulundu. 2 ay önce kaçırılan 6 çocuk babası Nihat Çaprak’ın ağzına 10 TL. konulmuştu. Aynı gün twitterda 2012’de Tatvan’da katledilen 15 kadın gerillanın katillerinden birinin Nihat Çaprak olduğuna dair iddialar dolaşıyordu.

Saturday, November 8, 2014

Fotoğrafı kaldırmak


Fotoğrafı kaldırmak

“Bazıları altı ay tutacaklar diyordu. Altı ay tutacaklar… Altı günde bırakacaklar, ettiler sonra altı ay. Günlerin, ayların, yılların peşine düştük.” (1)
Bu sözler Cizre’de kocası 90’larda zorla kaybedilen Zelal’e ait.
Ağır insan hakları ihlallerinin belgelenmesi, bu ihlallerin toplanması, farklı toplumsal kesimlere yayılması ve hak ihlaline uğrayan grupların adalete erişimi için çalışmalar yapan Hakikat Adalet Hafıza Merkezi değerli bir çalışmaya daha imza attı. Hatice Bozkurt ve Özlem Kaya tarafından hazırlanan bu rapor, bugüne kadar bakılmayan, yazılıp çizilmeyen bir grubu, zorla kaybedilenlerin arkasında kalanlar olarak kadınların deneyimlerini inceliyor. “Fotoğrafı Kaldırmak” adıyla yayınlanan araştırma raporu zorla kaybedilenlerin eşlerine odaklanarak bu ağır hak ihlaline cinsiyet perspektifinden bakan ilk çalışmalardan.

Friday, October 31, 2014

Bir köy nasıl yakılır?


Bir köy nasıl yakılır?

“Doğu’da yakılan köyler” hep duyulan ama zamanla bir istatistiğe dönüştüğü için üzerinde yeterince düşünülmeyen bir konu.
Öncelikle yanlış bilinen bilgilerle başlayalım. Çoğumuz yakılan köylerin dağ başında, yerleşim yerlerinden uzak, ıssız, çorak yerler olduğunu düşünürüz. Ama benim gördüklerim öyle değildi. Büyük yerleşim yerlerine 15-20 dakikalık mesafelerde, yemyeşil, yanında Van gölü olan, cennet parçasıydı bu köyler. Bunlardan birinin hikayesini anlatayım size, Çorsin Köyünü (1).

Tuesday, October 28, 2014

Kobanê Düşerse, Nereye Düşer?


Kobanê Düşerse, Nereye Düşer?

Kürt Yazarlar Derneği, ismindeki “Kürt” sözcüğünden dolayı epey bir uğraştan  sonra “Kürt Yazarlar Derneği” ismiyle 2004 yılında  kurulabildi. Türkiye’de isminde “Kürt” sözcüğüyle kurulabilen ilk derneklerden.

Thursday, October 23, 2014

“Bugün kardeşliğin inşa zamanıdır”

“Bugün kardeşliğin inşa zamanıdır”

Kurban Bayramının son günü Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneğinin (DİSİAD)  yardım kamyonlarıyla birlikte Suruç’a hareket ediyoruz. Kamyonların içinde binlerce kışlık ayakkabı, çorap, iç çamaşır, kazak, ped ve çocuk bezi var.
Kamyonun ardı sıra gittiğimiz minibüsteki 10 işadamının yüzlerinde derin bir endişe var. Birkaç gündür gergin olan Diyarbakır’da dün gece ufak çaplı olaylar başladı. Minibüsteki tüm Kürt işadamlarının aklı ve kalbi Kobane’de:

Wednesday, October 15, 2014

Bugün bayram mıydı?


Bugün bayram mıydı?

Bugün aslında Suruç’u yazacaktım. Ancak sabah yardım dağıtımına gittiğim Suruç’tan akşamüzeri eve dönerken, yavaş yavaş twittera memleketin karıştığı haberleri de düşmeye başladı.

Saturday, October 11, 2014

“Biz Ölülerimizin Kemiklerine Bile Çok Seviniyoruz”

“Biz Ölülerimizin Kemiklerine Bile Çok Seviniyoruz”

Akşam geç vakitte Almanya’da yaşayan Kemal Pir’in yeğeni Ziya Pir’den bir telefon alıyorum. Babalarının kemiklerini arayan iki kız kardeşin yarın Almanya’dan Diyarbakır’a geleceğini ve onlara yardımcı olmamı rica ediyor.
İbrahim İncedursun’un kızları Yeşim ve Derya İncedursun ile böyle tanışıyorum.

Boks Ringlerinden Dağlara Uzanan Yaşam

Wednesday, October 1, 2014

Ezidiler: Kürtler bize sahip çıktı, ölürsek de beraber öleceğiz

Ezidiler: Kürtler bize sahip çıktı, ölürsek de beraber öleceğiz

“Kaderimizi Bekliyoruz”
Sıcak bir güne uyanıyoruz. Silopi’ye henüz sonbahar gelmemiş. Silopi toprak yolları, yol kenarlarına terk edilmiş bozuk kamyonlarıyla bugün gözüme daha da yoksul görünüyor. Êzidi kampına gitmeden önce Belediyeye uğruyoruz. Silopi Belediyesinde bizleri Belediye Başkanı Seyfettin Aydemir ve Eşbaşkan Emine Esmer karşılıyor.

Ezidiler: 74. Ferman; Bizi sadece IŞİD değil, komşularımız katletti

Ezidiler: 74. Ferman; Bizi sadece IŞİD değil, komşularımız katletti

Irak Kürdistan’ına ilk kez araçla geçeceğim. Sınıra çok rahat ulaşıyoruz, hiç trafik yok. Yanımdaki arkadaşım İŞİD saldırılarından önce burada uzun tır ve kamyon kuyrukları olduğunu ve kapıda en az 4-5 saat bekletildiklerini söylüyor.
Sınırdaki tek kadınım. Burada olmamı garipseyen bakışları üzerimde hissediyorum. İşlemlerimizi hızla yaparak, arabamla sınırın Türkiye tarafını geçiyorum. Irak Kürdistan’ına geçtiğim anda sınırda ve güvenlikte çalışan birçok kadını görmek beni rahatlatıyor. Kadın güvenlik görevlileri de benim gibi Amed’den kendi arabasıyla gelmiş bir Kürt kadını görmekten memnun olarak işlemlerimi hızlandırıyorlar. Beni bekleyen Asayiş Müdürünün yanına geçiyorum.

Tuesday, September 23, 2014

Ağustos İşçi Mezarlığı'ndan...

Ağustos İşçi Mezarlığı'ndan...

Bizi her ay her gün öldürüyorlar. Tek tek buradaki mezar sayısını saymakla uğraşmayın. Söyleyeyim. Ağustos Mezarlığında 158 mezar taşı var. Bizi çalışırken katlettiler. 10’umuz çocuktuk.
48’imiz servis kazalarında, 27’miz ezilerek, 26’ımız elektrik çarpması sonucu, 22’imiz de düşerek can verdik. İçimizde kadın ve göçmenler de var. Bizi 2014 Yılı İşçi Mezarlığındaki katledilen 1270 işçinin yanına, Ağustos Mezarlığına gömdüler. 

Monday, September 15, 2014

Ezidîler “La İlahe İllallah” denerek katlediliyor

Ezidîler “La İlahe İllallah” denerek katlediliyor

Diyarbakır’a gelen Êzidîlerin büyük çoğunluğu şehrin 10-15 km. dışında Mardin yolu üzerinde piknik alanı olarak bilinen Yenişehir Belediyesine ait fidanlıkta misafir ediliyorlar. Çok az bir grup da şehrin içinde Büyükşehir Beledisine ait Sümerpark alanındalar.

Wednesday, September 10, 2014

Dayê barış çi ye? Anne barış nedir?

Dayê barış çi ye? Anne barış nedir?

Barış sürecinin başlatıldığı 21 Mart 2013 Newroz’undan sonraki hafta sık sık yaptığım gibi Diyarbakır’ın arka mahallelerinde dolaşmaya çıkmıştım. Yoksul Suriçi Mahallesinde uğradığım bir mahalle evindeki kadınlar mahallede SSPE hastalığından henüz yeni ölen bir gençle ilgili konuşuyorlardı. 90’lı yılların başlarında Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan eksik doz kızamık aşısından dolayı bu mahallelerde birçok çocuk SSPE (Subakut Sklerozan Panensefali) hastalığına yakalanmıştı. Bu beyin hastalığının belirtileri 1-10 yıl arasında başlıyor ve hastalığa yakalanan kişi önce fiziksel yetilerini kaybediyor, daha sonra unutkanlık başlıyor, en son yatağa bağlı sıvıyla beslenir hale geliyor ve yıllarca sürebilen komalarla ölüyordu.

Friday, September 5, 2014

Blendax kokusu


Blendax kokusu

21 Mart 1992 Newroz’u Cizre’de katliama dönüşmüştü. Cizre’de Newroz’u kutlamak üzere bir araya gelen binlerce insanın üzerine özel timler tarafından ateş açılmış, sivil halk 20 saat boyunca taranmış, 100’den fazla insan ölmüş yüzlercesi de yaralanmıştı. Yaralananların bir kısmı da hastane yerine gözaltına alınacak ve bu sefer işkence edilerek öldürüleceklerdi. Olay tüm dünyada geniş yankı uyandırmış, Almanya “'sivil Kürt halkına ateş açıldığı' gerekçesiyle Türkiye'ye silah sevkiyatını durdurmuş, Birleşmiş Milletler olayın incelenmesi için bir komisyon oluşturmuştu. Türkiye’de medya haberleri “teröristlerle çatışma” diye verirken Kürdistan ise toplu yastaydı.

Monday, August 18, 2014

'Bir avuç suya muhtacız, hiçbir şey yapamıyorsanız bir avuç soğuk su yollayın'

'Bir avuç suya muhtacız, hiçbir şey yapamıyorsanız bir avuç soğuk su yollayın'

Diyarbakır’ın yakıcı sıcak günlerinden sonra, çocuklarla uzun süredir beklediğimiz tatildeyim.  Planım telefonsuz, bilgisayarsız bir tatil geçirmek iken, tatile çıktıktan birkaç gün sonra IŞİD’in Ezidileri katletmeye başlaması, dağlarda susuz aç Ezidilerin resimleri arasında tatil  zehir oldu.

Çocukların ağlamaları karşısında tatili yarıda kesip hep beraber dönemeyince, önce eşim döndü memlekete. Hemen Diyarbakır’da  Baro, İHD, DTSO, DOGÜNSİFED, DİSİAD, KESK, TMMOB ve Tabip Odasından oluşan 8 kişilik bir heyet kurarak Zaho ve  ordan da Duhok’a hareket ettiler.

Gerisini heyetin üyesi DİSİAD (Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneği) Başkanı Burç Baysal’dan dinleyelim:

Tuesday, August 12, 2014

Ekmeleddin Bey’e Kürtlerden bir tutam Meryemxort!

Ekmeleddin Bey’e Kürtlerden bir tutam Meryemxort!

Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek’in  birkaç hafta önce cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu ile yaptığı röportajda, Tuğba Hanım’ın sorduğu sorular ne kadar iyiyse, Ekmeleddin Bey’in verdiği cevaplar da bir o kadar kötü ve MHP-CHP’nin çatı adayının ciddi toplumsal sorunlar konusundaki bilgisizliğini ortaya koyar yöndeydi. Ekmeleddin Bey’in her bir soruya verdiği cevaplar üzerine  onlarca yazı yazılabilir, ancak buna ne vaktim ne de açıkçası sabrım yeterli değil.
Gelgelelim ben bir Kürt olarak özellikle Tuğba Hanım’ın sorduğu anadilde eğitim sorusuna, Ekmeleddin Bey’in verdiği “Kürtçe eve hapsedilmemeli ama bir dilin bilim dili olması kolay değil” cevabına takılmış durumdayım.

Friday, August 8, 2014

33 KURŞUN...


33 KURŞUN...
28 Temmuz 1943 günü, bundan tamı tamına 71 yıl önce, sabahın erken saatlerinde, 33 yoksul Kürt köylüsü evlerinden alınır, Sefo Deresi’ne götürülür ve orada kurşuna dizilirler. O gün bugündür Sefo Deresine giriş çıkışlar kapatılır, ve öldürülen bu Kürt köylüler gömülmeden kurda kuşa yem edilir.

Monday, July 28, 2014

Onurlu yaşamı uğrunda ölecek kadar sevmiştik!

Onurlu yaşamı uğrunda ölecek kadar sevmiştik!

Birkaç ay önce bir kitap çalışması için gittiğim Diyarbakır 78’liler Derneği’nin giriş salonundaki koca bez dövizde Türkçe ve Kürtçe olarak yazıyordu: “Onurlu Yaşamı Uğrunda Ölecek Kadar Sevmiştik”. Yazının altında da Diyarbakır 5 No.lu Cezaevi’nde kendisini yakarak öldüren başta Mazlum Doğan olmak üzere tüm tutsakların resimleri vardı.  Bu büyük kasvetli salonun tüm duvarlarında bez dövizler asılıydı ve tüm bez dövizlerde de Diyarbakır 5 No.lu Cezaevi’nde ölen ve öldürülen insanların resimleri ve sözleri... Bir duvarda “İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek” yazıyordu.  Hemen başka bir duvarda ise 18 Mayıs 1982 tarihinde Diyarbakır 5 No.lu Cezaevi’nde kaldıkları hücrede kol kola girerek bedenlerini ateşe veren, isimleri tarihe ‘Dörtler’ olarak yazılan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner’in resimleri vardı.

Wednesday, July 23, 2014

“Rojava’da kaybedersek tüm Kürdistan’daki kadınlar kaybedecektir!”

“Rojava’da kaybedersek tüm Kürdistan’daki kadınlar kaybedecektir!”

Kadın katliamlarının çokça yaşandığı ve tartışıldığı bugünlerde Diyarbakır önemli bir kadın buluşmasına ev sahipliği yaptı. Bugünkü Demokratik Toplum Kongresi Kadın Buluşması “Kadın Öncülüğünde Rojava Devrimiyle Ulusal Birliğe” çağrısıyla düzenlendi. Toplantı iki amaca hizmet ediyordu. Biri yeniden yapılanma sürecine giren DTK’da kadının rolünü tartışmaya açmak; ikincisi ise tarihi bir dönemden geçen Kürdistan’da, Rojava devrimine sahip çıkarak ulusal birliğin inşasında kadın politikasını gözden geçirmek ve yeniden oluşturmak. Nitekim DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk toplantı açılışında şunları belirtti:

Monday, July 21, 2014

Nurcan Baysal:Oysa biz her şeyden çok Kürt olmak istiyoruz.

‘Oysa biz her şeyden çok Kürt olmak istiyoruz.’


BURCU ŞENTÜRK yazdı:


nurcan_baysal_slide


Nurcan Baysal: O Gün




Kavar Havzası’nda bir kalkınma projesi… Yerel halkın arıcılık, seracılık, sütçülük deneyimlerinin yanı sıra kurulan kooperatife kadınların üye olmasına erkeklerin karşı çıkışını, Kavarlıların daha iyi bir yaşam için attıkları her adımın devlet/bürokrasi/ “terörle mücadele” engeline takıldığını görüyoruz “O Gün”’de. Kitaba ismini veren “o günü” var Kavar’daki herkesin hayat hikâyesinde değinmeden geçemediği. Köylerinin yakıldığı, evlatlarının öldürüldüğü, evlerin basıldığı, zorla göç ettirildikleri, yakınlarını kefensiz gömdükleri “O günleri”.

Nurcan Baysal ve Şeyhmus Diken

Nurcan Baysal ve Şeyhmus Diken


nurcan BaysalDoçent Nurcan Baysal’ın “O Gün” adlı kitabı ile dostum Şeyhmus Diken’in “Şehr Amed” adlı kitaplarını, imzalı bir şekilde aynı pakette aldım. İki kitabı okudum, ikisini birlikte yazmak istedim.

Saturday, July 19, 2014

GEÇMİŞİ AYDINLATMAK, GELECEĞE SAHİP ÇIKMAK İÇİN; HATIRLA!

GEÇMİŞİ AYDINLATMAK, GELECEĞE SAHİP ÇIKMAK İÇİN; HATIRLA!

Bu hafta twitterıma düşen bir mesajda HATIRLA yazıyordu. Diyarbakır Eski Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar tarafından yollanan  mesajın linkinde bir de kısa video vardı. Başında “Faili Meçhul Cinayetler Duruşmasına Çağrı” yazan, 1994 yılında Ankara’daki bürosundan kaçırılarak öldürülen avukat Yusuf Ekinci’nin kendi gibi avukat olan oğlu Sertaç Kamil Ekinci tarafından hazırlanan bu videodan devam edelim:

“Türkiye’de 1990’lı yıllarda binlerce faili meçhul cinayet işlendi. HATIRLA! Susurluk’ta ortaya çıkan çete hiçbir zaman cezalandırılmadı! HATIRLA!  Aydınlar ve halk katledildi: Musa Anter, Yusuf Ekinci, Faik Candan, Vedat Aydın, Mecit Baskın, Medet Serhat, Namık Erdoğan, Ferhat Tepe, Mehmet Sincar, Savaş Buldan… HATIRLA! İnsan Hakları Derneği kayıtlarına göre 17.500 faili meçhul cinayet var. HATIRLA! Cinayetlerin hiçbiri aydınlatılmadı. Hala yalan söylüyorlar. 2011 yılında “Ayhan Çarkın”  isimli özel harekatçı polis, içinde bulunduğu 16 cinayeti itiraf etti ve soruşturma açıldı. Mehmet Ağar, Yeşil, Korkut Eken…  Katiller göstermelik yargılanmayla aklanmaya çalışılıyor! Hukuk ve adalet can çekişiyor! UNUTMA! 11 Temmuz Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi Saat:09:30 Geleceğine sahip çık!” [1]

Monday, July 14, 2014

Diyarbakır Şehitlik Mahallesi'nde yaz

Diyarbakır Şehitlik Mahallesi'nde yaz
Temmuz’a girdiğimiz bu yakıcı sıcak yaz gününde, çocukluğumun Diyarbakır’ı da bu kadar sıcak mıydı hatırlamaya çalışıyorum.
Herkes sıcaklardan şikâyet eder, gölge bir yer ararken, ben ise Diyarbakır’ın en çok yazlarını severdim çocukluğumda. Yaz Diyarbakırlılar için damda ya da balkonda yatmak demekti.  Yıldızların altında, gökyüzünü izleyerek yatmak hayattaki en büyük keyfimdi. Bu tutkuma annemin kuruttuğu patlıcan ve biberlerin rüzgarda hışırdayan sesleri eşlik ederdi.

Friday, July 11, 2014

Hakkarili Niye Mutsuz?

Hakkarili Niye Mutsuz?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun il düzeyinde yaptığı yaşam memnuniyeti anketinin 2013 sonuçlarının açıklandığı gün Hakkari’deydim.

Ankete göre sağlık, eğitim, asayiş, ulaştırma, şebeke suyu, toplu taşıma, yeşil alan…gibi birçok hizmetten memnuniyetin en düşük olduğu il  Hakkari.[1] Hakkari’yi genelde Şırnak ve Muş takip etmekte. Gündemde bu olunca ben de akşam görüştüğüm Hakkarili gençlere “Hakkari mutsuz mu?”diye sormuştum. Gençler şöyle cevapladılar:

Thursday, July 10, 2014

Kürtler Karakol ve Kalekollara Neden Karşılar?

Kürtler Karakol ve Kalekollara Neden Karşılar?

Bazı insanların Kürtlerin yeni karakol ve kalekol inşaatlarına neden bu kadar karşı çıktıklarını anlamakta zorlandıklarını görüyorum. Bu yazı  karokal ve kalekollara neden karşı çıktığımızı merak edenlere yazıldı.

Öncelikle  geçen yıl başlatılan barış süreci sonra hayatımıza giren “kalekol” meselesini anlamakla başlayalım. Barış sürecinden sadece  1 ay sonra Bölgede kalekol yapımlarının başladığını duyduk. Yeni karakol sistemi olarak da adlandırılan bu kalekollar, havan ve roket saldırılarına karşı güçlendirilmiş malzeme ile yapılan uzay üssünü andıran prizma şeklindeki yapılar. TOKİ tarafından yapılan bu kalekolların yapımına 2012 yılında başlansa da özellikle Nisan 2013’te başlatılan barış süreci sonrası hız verildi. Bu da barış süreci konusunda Bölge halkında güvensizlik yarattı ve baştan sürece gölge düşürdü. Bu kalekolların yapımı Bölgede yeni koruculuk alımları ile birleşince süreç daha da kırılgan bir hale geldi.

Monday, July 7, 2014

20 Yılın Ardından Zorunlu Göçe Bakmak

20 Yılın Ardından Zorunlu Göçe Bakmak

“O GÜN bir asker dedi ki bana, ‘Vallahi de billahi de sizi öldürecekler. Kamyonla gelecekler, sizi aynı şekilde katledecekler, gidin’ dedi. O zaman ‘izin ver, bir kişi burada kalsın hayvanlarımız için, bir kişi lütfen köyde kalsın,  izin ver’ diye yalvardım  askere… O GÜN anneyle beraber ‘Nereye gidelim?’ dedik. ‘Ben nereye gideceğim? Çocuklarımız var,  hayvanlarımız satılmıyor, bilet alacak paramız yok’ dedim. Biz nereye gideceğiz? Nereye?”[1]

Tatvan’ın bir köyünde yaşayan  Saliha’nın yalvarmaları sonuç vermeyecektir. 1 hafta sonra köye gelen askerler köyü yakacak ve Saliha’nın artık yaşayabileceği bir evi kalmayacaktır.

Friday, July 4, 2014

AYNI EVDE AYRI DİLLER

AYNI EVDE AYRI DİLLER

“- Türkçe konuşanlar mı daha fakir olur, Kürtçe konuşanlar mı?
 - Kürtçe konuşanlar daha fakir.
 - Türkçe konuşanlar nasıl giyinir?
 - Güzel giyinir. Saçları düzgün taranmıştır.
 - Kot pantolon gömlek falan giyinirler. Giysileri güzeldir.
 - Kürtçe konuşanlar nasıl giyinir?
 - Uzun etek giyinirler. Saçları topludur.
 - Başları bağlıdır. Saçları düzgün değildir.
 - İngilizce konuşanlar?
 - Onlar çok güzeldir.”[1]

Handan Çağlayan’ın DİSA çalışmaları kapsamında yaptığı Aynı Evde Ayrı Diller araştırmasının kitabında Kürt çocuklarla sohbet ederken sorduğu sorulara verilen yanıtlar bunlar.Henüz 2 hafta önce çıkan kitapta görüyoruz ki bu algı sadece çocuklarla sınırlı da değil. Yıllarca  toplumun bilinçaltına yerleştirilen “Kürtçe kötüdür” algısı o kadar güçlü ki, son yıllarda Kürt siyasal hareketinin etkisiyle Kürtçeye bir geri dönüş  yaşansa da, halen Kürtçenin değerli olmadığı algısı toplumda devam ediyor. Bunun nedeni olarak Handan Çağlayan kitabında diller arası hiyerarşinin etkisinden bahsediyor ve örnek veriyor. Kanada gibi diller arasında hakimiyet ya da hiyerarşi ilişkisinin bulunmadığı durumlarda çift dilliliğin bireyler açısından zenginleştirici ve toplumlar açısından da kaynaştırıcı etkisi olurken, Türkiye gibi diller arasında hiyerarşinin yoğun olduğu bir yerde ise çift dillilik anadilin zamanla kullanılmaması ve unutulması sonucunu doğurabiliyor.

Monday, June 30, 2014

Mevsimlik tarım işçilerinin fıtratında ölüm mü var?

Mevsimlik tarım işçilerinin fıtratında ölüm mü var?


Birkaç hafta önce gazetelerde küçük bir resim dikkatimi çekti. Başında mavi tülbentiyle bir kadın, üzeri örtülmüş bir cesedin yanında, yolun ortasında ağlıyordu. Urfalı tarım işçilerini çalışmak üzere Eskişehir’e götüren araç, Aksaray yakınlarında kaza yapmış, 2 işçi ölmüş, 2 çocuk  ağır olmak üzere 19 kişi de yaralanmıştı. Ağlayan kadın Ayşe, ölen kocası Ali Ataş’ın başında çaresizce ambulansın gelmesini bekliyor, haberin yanında da “En acı nöbet” yazıyordu. Kazada ağır yaralanan 2 çocuğa ne olduğunu daha sonra araştırdıysam da herhangi bir bilgiye ulaşamadım. Ne de olsa onlar tarım işçisi Kürtlerdi, ölümleri haber değeri taşımıyordu.

Küçük de güzeldir!


Küçük de güzeldir!



Soma için hazırlanan bir belgeseli izlerken dikkatimi çekiyor acılı bir kadının sözleri. Kadın: “Mecbur madende çalışıyorlardı. Ne bıraktılar ki. Tütün bırakmadılar, pamuk bırakmadılar, domates bırakmadılar…” diyerek ölen madencilerin tarımdan nasıl koparıldığını dile getiriyordu. Hayatta kalan bir madenci ise:  “Biz çiftçiyiz, madenci değiliz. Tarım öldü, hayvancılık bitti. Aç kalmamak için madene girip çalışmaya başladık…” diyerek tarımdan madene kayan hayat yolculuklarını anlatıyordu.
Soma’daki madenci ailelerin birçoğu eskiden çiftçilikle geçiniyormuş. Soma gibi toprağı bereketli bir yerde neden topraktan geçinemez hale geldiler? Neden maden ocaklarındaki kölelik sisteminin bir parçası oldular?

Sunday, June 22, 2014

Where are the Kurds? They went up to the mountains. Where is the mountain? The state bombed...

Where are the Kurds? They went up to the mountains. Where is the mountain? The state bombed…[1]

One of the basic topics on the Twitter timeline on May 1st was this: “Where are the Kurds?” When some Turks who were on the streets on May 1st International Workers Day became subject to pepper gas and were beaten up by nightsticks, they were launching into verbal attack saying that they could not see Kurds with them in the streets and asking this question: “Where are the Kurdish people?” After all Kurds were the ones to methodically suffer from pepper gas and nightsticks, and they should have had taken their place in the forefront in this occasion as well.

On the same day, I asked myself the same question: “Really, where are we that Turkish people can never see us?” This article is for those who wonder where we were on May 1st

Wednesday, June 11, 2014

Ayda 1000 TL'den 700 işçi kaç kol saati eder?

Ayda 1000 TL'den 700 işçi kaç kol saati eder?


Ucuz hayat ucuz ölüm ülkesi Türkiye. Dün geceden beri gözümüz televizyonlarda, Somadan gelecek haberlere odaklanmışız.
 “2014'ün ilk üç ayında 80 işçinin öldüğü bir ülke burası. Bana kızmayın, içimden 1 Mayısı kutlamak gelmiyor!” diye yazmıştım 2 hafta önce. Tepki gösterenler olmuştu.
Dün ölüm yine işçileri buldu. Bu sefer sırada maden işçileri vardı.
Oysa ekonomi tam gaz ilerliyordu! Hep beraber kalkınıyorduk! Her gün yeni otobanlar, yeni  AVM’ler, yeni HES’ler, yeni gökdelenler, yeni TOKİ’ler inşa ediliyordu! Türkiye büyüyordu. Dünyanın 17., Avrupa’nın en büyük 6. ekonomisi olmakla övünüyordu.
Neye rağmen oluyor bu büyüme?

Wednesday, June 4, 2014

NİYE?



NİYE?

2008-2013 yılları arasında Bitlis-Tatvan’a bağlı Kavar havzası köylerinde çalıştım. Kavar Van gölü kıyısında 6 köy 5 mezradan oluşan bir havza. Havza dağları, ormanlarıyla cennetten bir parçayı andırıyor. 1990’larda diğer Kürt köylerine olduğu gibi Kavar’a da devlet koruculuk dayatır. Koruculuğu kabul etmeyen Kavar köyleri zorla boşaltılır. Bu köylerden Çorsin 28 Aralık 1993 gecesi tamamen yakılır, bazı köylüler askerlerce öldürülür. Köylüler bir günde topraklarını, evlerini, anılarını, mezarlarını terk ederek büyükşehirlere gitmek zorunda kalırlar. İstanbul, İzmir, Manisa ve Mersin’in varoşlarına dağılan Kavarlılar inşaatlarda çalışır, simit satar, bu şehirlerdeki en dip işleri yapmaya başlarlar. 2000’li yıllardan itibaren köylülerin bir kısmı yine kendi imkanları ve büyük bir mücadele ile topraklarına geri dönmeyi başarırlar. Bugün hala Kavarlılar kendi topraklarında yaşamı yeniden kurma mücadelesi vermekteler.

15 Mayıs 2013 tarihinde “Akil Adamlar” Doğu Anadolu Grubu Kavar’ı ziyarete geldiler.

Sunday, May 25, 2014

'Tüm faili meçhuller için bir özür, bir avuç da kemik istiyoruz’

'Tüm faili meçhuller için bir özür, bir avuç da kemik istiyoruz’


Güle eşi, kızı, oğlu, gelini Naze ve 4 torunu ile eskiden Cizre’ye bugün Silopi’ye bağlı olan Görümlü köyünde yaşıyordu. Keldaniydiler. 13 Haziran 1993’te Silopi Görümlü köyünde konuşlanan Tekirdağ 3. Zırhlı Tugay 2. Tabur Komutanlığı’na yapılan PKK saldırısından sonraki sabah Görümlü köyünü  basan jandarma, Güle’nin eşi Hamdo Şimşek ve oğlu Hükmet Şimşek ile aralarında köy imamının da olduğu 6 kişiyi evlerinden zorla çıkararak gözaltına aldı. Askerler, Güle’nin evindeki haçı köy imamının boynuna takarak köy meydanında sürükleyerek bu 6 kişiyi götürdüler. Bir daha onları gören olmayacaktı.

Friday, May 16, 2014

Kürtler nerede? Dağa çıktı. Dağ nerede? Devlet bombaladı…

Kürtler nerede? Dağa çıktı. Dağ nerede? Devlet bombaladı…

1 Mayıs’ta twitter gündemini meşgul eden konulardan biri de “Kürtlerin nerede olduğuydu”. 1 Mayıs’ta sokaklara çıkan Türkler gazlanıp, coplanırken bir kısmı yanlarında Kürtleri göremediklerini söyleyerek veryansın ediyorlardı: “Kürtler nerede?” Ne de olsa bu ülkenin düzenli gazlanıp coplananlarıydı Kürtler, ön sıralarda olmaları gerekirdi.
Ben de aynı gün sordum kendime “yahu biz neredeyiz ki, Türkler bizi bir türlü görmüyor”. Bu yazı 1 Mayıs günü nerede olduğumuzu merak edenlere…

Tuesday, May 6, 2014

Kürtlerin Hep Bir ‘O GÜN’ü Var





Kürtlerin hep bir ‘o gün’ü var


Nurcan Baysal’ı geçen Eylül ayında, Demokratik Toplum Enstitüsü’nün Van’da düzenlediği ‘Çatışmaların Çözümünde Kadınların Rolü‘ konulu toplantıda tanıdım. En etkileyici sunumlardan birini, hatta benim için en öğretici sunumu o yapmıştı.
90’lı yıllarda köyleri yakılmış veya köylerini boşaltmaya zorlanmış insanların, yıllar sonra kendilerini ait hissettikleri toprağa geri dönebilmek için, neredeyse göçe zorlandıkları zamanki kadar zorlu bir mücadele vermek zorunda kaldıklarını ilk kez orada, ondan dinlemiştim.

Sunday, May 4, 2014

HES êdî bes


HES êdî bes


“HES êdî bes” (yeter artık HES) yazısını Kürdistan’ın birçok şehrinde görmeniz mümkün. Devletin Bölgede yarattığı ekolojik tahribat sonucu Kürt gençler son yıllarda oldukça sıkı örgütlenmiş durumdalar. Özellikle son yıllarda Diyarbakır’dan Dersim’e, Şırnak’tan Van’a birçok yerde Kürt gençlerin öncülüğünde Bölgedeki doğa tahribatına yönelik güçlü platformlar oluşturuldu. Diyarbakır’da Ekoloji Derneği, Dersim’de Munzur Doğa Aktivistleri, Şırnak Çevre Platformu, Cilo Doğa Gönüllüleri bunlardan sadece birkaçı. Bu dernek ve platformların hemen hepsi Bölgede  ciddi bir halk tabanına sahip.

Monday, April 28, 2014

100 yıl sonra gelen mesaj ‘sözde’ kalmasın



100 yıl sonra gelen mesaj ‘sözde’ kalmasın


İlkokul üçüncü sınıftayım. Ders kitabında“Ermenilerin Türkleri nasıl doğradıkları, annelerin karınlarından bebekleri çıkarıp boğdukları, erkeklerin bağırsaklarını deştikleri” yazdığını çok net hatırlıyorum. Dehşete kapılıyorum; o zamana kadar insanların birbirine karşı böyle bir vahşet uygulayabileceğinden dahi haberim yok. Bir çocuk, ders kitabında nefret ve ırkçılık söyleminin kullanıldığını, resmi ideolojinin pompalandığını nasıl bilebilir ki?

Saturday, April 26, 2014

'Yağmurlu, fırtınalı bir gündü. Yerde Saddam, gökte Allah bize işkence ediyordu'

'Yağmurlu, fırtınalı bir gündü. Yerde Saddam, gökte Allah bize işkence ediyordu'


 “Hepsini kimyasal silahlarla öldüreceğim! Kim bir şey diyebilir ki? Uluslararası toplum mu? Uluslararası toplum da onu dinleyenler de kahrolsun! Onlara… Onlara sadece bir gün kimyasal silahlarla saldırmayacağım; kimyasallarla saldırmaya on beş gün devam edeceğim… Sonra göreceksiniz ki onların hepsini taşımak için Allah’ın bütün taşıtları bile yetmeyecek. (Kimyasal Ali, Ali Hasan el-Mecid)”[1]
Kürtlerin Kimyasal Ali dedikleri Ali Hasan el-Mecid Enfal öncesi bunları söylemekteydi. Nitekim de dediğini yaptı. 8 ay içerisinde 182 bin Kürdü kimyasal silahlarla yok etti ve uluslararası toplum sesini çıkarmadı. Bugün de uluslararası toplumun Enfal soykırımı konusunda sessizliği devam etmekte.

Wednesday, April 23, 2014

O GÜN

Berken Bereh yazdı

O gün


Hepimizin yaşamında derin izler bırakan ve geleceğimize yön veren bir özel gün vardır. Okula başladığımız, askere gittiğimiz, evlendiğimiz, en yakınımızı yitirdiğimiz… Geriye dönüşü olmayan gün. O gün biz yaşadıkça bizi bir gölge gibi takip edecektir.

Bir haftadır “o gün”lere tanıklık etmiş, onları kaleme almış bir yazarın kitabını okuyorum; zaman zaman öfkelenerek, ağlayarak…Ne yazık ki iyi ki yaşanmış diyeceğimiz bir “o gün” yok. İçimizi sonsuz bir kedere boğan ve yaşadığımız coğrafyayı ve gerçekliklerinin ne denli acımasız olduğunu bir tokat gibi yüzümüze vuran bir kitap. Burada yaşamış, hapse atılmış, işinden edilmiş ve nice insanlık onuruna yakışmayan olaya şahit olmuş biri olarak okuduklarım beni dehşete düşürdü. Bu kadarı da olamaz dedirten türden gerçek yaşam öyküleriyle dopdolu bir kitap ‘‘O Gün.”

Sunday, April 20, 2014

Tabelaları Dağları İşaret Eden Şehir: Şırnak

Tabelaları Dağları İşaret Eden Şehir: Şırnak

Yıllar sonra tekrar Şırnak’tayım. Şırnak’a yaklaştıkça doğa tarif edilemez bir güzelliğe dönüşüyor. Şehrin girişindeki kontrol noktalarını geçtikten sonra bir kartal yuvası gibi tepeye dikilmiş Şırnak bizi karşılıyor. Bu aşîr kent, Mir Bedirxan’ların, Mem û Zin’in kenti geçmişine tezat oldukça yoksul görünmekte.
Şehrin girişindeki tabelada Türkçe ve Kürtçe “Nuh’un şehrine Hoş geldiniz” yazıyor. Her yer polis, her yer asker, her yer panzer Şırnak’ta. Şehir merkezine bakan tepeye yerleştirilen, şehrin her tarafından görülen  koca Türk bayrağı ile Şırnak işgal altında bir kent görünümü vermekte.

Saturday, April 12, 2014

İzmir’de Kürtlerin Zorunlu Göçünü Konuşmak


İzmir’de Kürtlerin zorunlu göçünü konuşmak


Uzun yıllar sonra bu sefer Gediz Üniversitesi'nin davetlisi olarak İzmir’deyim. Gece yarısı havaalanından şehre gelirken kayalar oyularak yapılmış devasa Atatürk heykeli karşılıyor beni. Kemalizm belli ki bu şehrin ruhuna işlemiş.
Gediz Üniversitesi 2008 yılında kurulmuş bir Vakıf üniversitesi. 5000 civarında öğrencisi var. İzmir’de bir özel üniversitenin Kürtlerin zorunlu göçüne ilişkin bir sempozyum düzenlemesi oldukça şaşırtıcı, biraz da bu nedenle sempozyuma katılmaya karar veriyorum.

Thursday, April 10, 2014

Bir Kalkınma Modeli Olarak Kavar


Bir kalkınma modeli olarak Kavar

Nurcan Baysal

“Kadınlar burada Haziran-Eylül arasında dağa, yaylaya süt sağmaya gider. Sabah 10’da yola çıkarız, bir saat sonra hayvanların yanına varırız. Sütü sağarız yarım saat. Sonra sırtımızda 10 ila 25 litre sütle bir saat eve yürürüz. Eve varmamız 12.30’u bulur. Tekrar işe koyuluruz, yemekti, çocuk bakımıydı, süt kaynatmaktı derken saat 5’i bulur. Tekrar işe koyuluruz, iki buçuk saat beriye1 gideriz; günde beş saat beri işi yaparız... Kırsal kalkınma diyorsunuz, pek anlamadım, nedir bu? Ama biz kadınlar için beri yolunun düzeltilmesi iyi olur, çok taşlı yol, ayaklarımızı kesiyor, çok yoruyor bizi, bu yolu yaparsanız daha az yoruluruz... Ah keşke köyde bir traktör olsa, bizi götürse beriye”.2

Kavar as a Development Model

Kavar as a development model


Nurcan Baysal
“Here, from June through September, women go to the mountains and highlands to milk the cows. We set off on foot at 10 am and reach the cattle in about an hour. We milk them for half an hour and then walk back home with 10 to 25 liters of milk on our backs. We reach home at 12.30. There is more work at home, such as cooking, caring for the children and boiling the milk, all of which occupies us until 5 pm. Even more work awaits us, as we spend two and a half hours milking the sheep and goats.1 In total we need five hours for milking the animals... Rural development, you say—what is that? We women would be very pleased if the road we take to get to the animals for milking could be improved. It’s full of rocks which cut our feet. If the road were fixed, the work would be much less tiresome... I wish we had a tractor to take us to the animals.”2

Sunday, April 6, 2014

Leyla’ya dokunmayın! Çekin pis ellerinizi!

Leyla’ya dokunmayın! Çekin pis ellerinizi!


Leyla Suriye’den gelmişti. Küçük çocukları, kayınvalidesi ve kocası ile Diyarbakır’a gelen birçok Suriyeli gibi Suriçi’nde eski bir Diyarbakır evinin avlusunu mesken tutmuşlardı. Leyla hakkında tek bildiğimiz bu. Sonrası karanlık.

Geçen ay Suriçi’nde top oynayan küçük çocuklar buldular Leyla’nın cesedini. “Maktulün vücudunda birçok travma ve darbenin yanı sıra  37 bıçak darbesi bulundu” yazıyordu otopsi kağıdında. İsmi bile bilinmiyordu. Tek bilinen bir müddettir ailesi ile bu taş avluda yaşamaya çalıştıklarıydı. Çocuklar, eş, kayınvalide…  hiç kimse yoktu ortalarda. Leyla’nın kocası cinayetin baş zanlısı olarak geçecekti kayıtlara.

Monday, March 31, 2014

Newroz Pîroz be Kürdistan!

Newroz Pîroz be Kürdistan!

Diyarbakırlılar günlerdir Newroz’da havanın yağışlı olmaması için dua ettiler Bu sefer Tanrı onları dinlemiş olmalı. Muhteşem güzel bir bahar sabahına uyandık bu 21 Mart’ta. Newroz için kendisine özel gerilla kıyafeti yaptıran çocuklarımın bakıcısı Zozan da Kürtlerin çoğunluğu gibi günlerdir bugüne hazırlanmakta. Gerilla kıyafetlerini giyerek, sabah erkenden halaylar eşliğinde ayrılıyor evden. Helikopter sesleri arasında yaptığımız kahvaltıdan sonra evimizin hemen yanı başındaki Newroz alanına yürüyoruz.
Alana otobüs ve dolmuşlar akın akın insan taşımakta, otobüslerden inen  sarı-kırmızı-yeşil renklere bezenmiş Kürtler alana akmaktalar. Birçok genç üzerinde Öcalan’ın resmi olan beyaz tişörtler giymiş. Bu Newroz Öcalan baş köşede.

Apé Osman

Apé Osman


Yıllardır gitmediğim doğduğum topraklara, seçim yarışında adından sıkça söz ettiren Osman Baydemir'e, büyük Urfa mitingine destek için konser verecek olan Kardeş Türküler ile birlikte Riha'ya / Urfa'ya gittim.

Monday, March 24, 2014

Kürdistan’da Bir Yer, Kavar

ŞEYHMUS DİKEN YAZDIKürdistan’da Bir Yer, Kavar
Baysal’ın O Gün’ü savaşın, felaketlerin, sürgünlerin, ihanetin çemberinden geçmiş bir çağ yangınının, devasa Kürdistan’a göre çok küçük diyebileceğimiz bir “havza”sındaki hikâyenin yeniden yazılışının bize değen yüzü.