Monday, April 28, 2014

100 yıl sonra gelen mesaj ‘sözde’ kalmasın



100 yıl sonra gelen mesaj ‘sözde’ kalmasın


İlkokul üçüncü sınıftayım. Ders kitabında“Ermenilerin Türkleri nasıl doğradıkları, annelerin karınlarından bebekleri çıkarıp boğdukları, erkeklerin bağırsaklarını deştikleri” yazdığını çok net hatırlıyorum. Dehşete kapılıyorum; o zamana kadar insanların birbirine karşı böyle bir vahşet uygulayabileceğinden dahi haberim yok. Bir çocuk, ders kitabında nefret ve ırkçılık söyleminin kullanıldığını, resmi ideolojinin pompalandığını nasıl bilebilir ki?

Saturday, April 26, 2014

'Yağmurlu, fırtınalı bir gündü. Yerde Saddam, gökte Allah bize işkence ediyordu'

'Yağmurlu, fırtınalı bir gündü. Yerde Saddam, gökte Allah bize işkence ediyordu'


 “Hepsini kimyasal silahlarla öldüreceğim! Kim bir şey diyebilir ki? Uluslararası toplum mu? Uluslararası toplum da onu dinleyenler de kahrolsun! Onlara… Onlara sadece bir gün kimyasal silahlarla saldırmayacağım; kimyasallarla saldırmaya on beş gün devam edeceğim… Sonra göreceksiniz ki onların hepsini taşımak için Allah’ın bütün taşıtları bile yetmeyecek. (Kimyasal Ali, Ali Hasan el-Mecid)”[1]
Kürtlerin Kimyasal Ali dedikleri Ali Hasan el-Mecid Enfal öncesi bunları söylemekteydi. Nitekim de dediğini yaptı. 8 ay içerisinde 182 bin Kürdü kimyasal silahlarla yok etti ve uluslararası toplum sesini çıkarmadı. Bugün de uluslararası toplumun Enfal soykırımı konusunda sessizliği devam etmekte.

Wednesday, April 23, 2014

O GÜN

Berken Bereh yazdı

O gün


Hepimizin yaşamında derin izler bırakan ve geleceğimize yön veren bir özel gün vardır. Okula başladığımız, askere gittiğimiz, evlendiğimiz, en yakınımızı yitirdiğimiz… Geriye dönüşü olmayan gün. O gün biz yaşadıkça bizi bir gölge gibi takip edecektir.

Bir haftadır “o gün”lere tanıklık etmiş, onları kaleme almış bir yazarın kitabını okuyorum; zaman zaman öfkelenerek, ağlayarak…Ne yazık ki iyi ki yaşanmış diyeceğimiz bir “o gün” yok. İçimizi sonsuz bir kedere boğan ve yaşadığımız coğrafyayı ve gerçekliklerinin ne denli acımasız olduğunu bir tokat gibi yüzümüze vuran bir kitap. Burada yaşamış, hapse atılmış, işinden edilmiş ve nice insanlık onuruna yakışmayan olaya şahit olmuş biri olarak okuduklarım beni dehşete düşürdü. Bu kadarı da olamaz dedirten türden gerçek yaşam öyküleriyle dopdolu bir kitap ‘‘O Gün.”

Sunday, April 20, 2014

Tabelaları Dağları İşaret Eden Şehir: Şırnak

Tabelaları Dağları İşaret Eden Şehir: Şırnak

Yıllar sonra tekrar Şırnak’tayım. Şırnak’a yaklaştıkça doğa tarif edilemez bir güzelliğe dönüşüyor. Şehrin girişindeki kontrol noktalarını geçtikten sonra bir kartal yuvası gibi tepeye dikilmiş Şırnak bizi karşılıyor. Bu aşîr kent, Mir Bedirxan’ların, Mem û Zin’in kenti geçmişine tezat oldukça yoksul görünmekte.
Şehrin girişindeki tabelada Türkçe ve Kürtçe “Nuh’un şehrine Hoş geldiniz” yazıyor. Her yer polis, her yer asker, her yer panzer Şırnak’ta. Şehir merkezine bakan tepeye yerleştirilen, şehrin her tarafından görülen  koca Türk bayrağı ile Şırnak işgal altında bir kent görünümü vermekte.

Saturday, April 12, 2014

İzmir’de Kürtlerin Zorunlu Göçünü Konuşmak


İzmir’de Kürtlerin zorunlu göçünü konuşmak


Uzun yıllar sonra bu sefer Gediz Üniversitesi'nin davetlisi olarak İzmir’deyim. Gece yarısı havaalanından şehre gelirken kayalar oyularak yapılmış devasa Atatürk heykeli karşılıyor beni. Kemalizm belli ki bu şehrin ruhuna işlemiş.
Gediz Üniversitesi 2008 yılında kurulmuş bir Vakıf üniversitesi. 5000 civarında öğrencisi var. İzmir’de bir özel üniversitenin Kürtlerin zorunlu göçüne ilişkin bir sempozyum düzenlemesi oldukça şaşırtıcı, biraz da bu nedenle sempozyuma katılmaya karar veriyorum.

Thursday, April 10, 2014

Bir Kalkınma Modeli Olarak Kavar


Bir kalkınma modeli olarak Kavar

Nurcan Baysal

“Kadınlar burada Haziran-Eylül arasında dağa, yaylaya süt sağmaya gider. Sabah 10’da yola çıkarız, bir saat sonra hayvanların yanına varırız. Sütü sağarız yarım saat. Sonra sırtımızda 10 ila 25 litre sütle bir saat eve yürürüz. Eve varmamız 12.30’u bulur. Tekrar işe koyuluruz, yemekti, çocuk bakımıydı, süt kaynatmaktı derken saat 5’i bulur. Tekrar işe koyuluruz, iki buçuk saat beriye1 gideriz; günde beş saat beri işi yaparız... Kırsal kalkınma diyorsunuz, pek anlamadım, nedir bu? Ama biz kadınlar için beri yolunun düzeltilmesi iyi olur, çok taşlı yol, ayaklarımızı kesiyor, çok yoruyor bizi, bu yolu yaparsanız daha az yoruluruz... Ah keşke köyde bir traktör olsa, bizi götürse beriye”.2

Kavar as a Development Model

Kavar as a development model


Nurcan Baysal
“Here, from June through September, women go to the mountains and highlands to milk the cows. We set off on foot at 10 am and reach the cattle in about an hour. We milk them for half an hour and then walk back home with 10 to 25 liters of milk on our backs. We reach home at 12.30. There is more work at home, such as cooking, caring for the children and boiling the milk, all of which occupies us until 5 pm. Even more work awaits us, as we spend two and a half hours milking the sheep and goats.1 In total we need five hours for milking the animals... Rural development, you say—what is that? We women would be very pleased if the road we take to get to the animals for milking could be improved. It’s full of rocks which cut our feet. If the road were fixed, the work would be much less tiresome... I wish we had a tractor to take us to the animals.”2

Sunday, April 6, 2014

Leyla’ya dokunmayın! Çekin pis ellerinizi!

Leyla’ya dokunmayın! Çekin pis ellerinizi!


Leyla Suriye’den gelmişti. Küçük çocukları, kayınvalidesi ve kocası ile Diyarbakır’a gelen birçok Suriyeli gibi Suriçi’nde eski bir Diyarbakır evinin avlusunu mesken tutmuşlardı. Leyla hakkında tek bildiğimiz bu. Sonrası karanlık.

Geçen ay Suriçi’nde top oynayan küçük çocuklar buldular Leyla’nın cesedini. “Maktulün vücudunda birçok travma ve darbenin yanı sıra  37 bıçak darbesi bulundu” yazıyordu otopsi kağıdında. İsmi bile bilinmiyordu. Tek bilinen bir müddettir ailesi ile bu taş avluda yaşamaya çalıştıklarıydı. Çocuklar, eş, kayınvalide…  hiç kimse yoktu ortalarda. Leyla’nın kocası cinayetin baş zanlısı olarak geçecekti kayıtlara.