Sunday, July 31, 2016

Suriçi, kalbimin içi, yıktılar seni!

Suriçi, kalbimin içi, yıktılar seni!


Bugün Suriçi’inde sokağa çıkma yasağının 175. günü. Sabah erken saatlerde telefonum çalıyor. Suriçi’nin bazı sokaklarının açıldığını haber veriyorlar. Gitmek ve gitmemek arasında kararsızım. Ruh halimin kaldırmayacağını düşünerek gitmemeye karar veriyorum.

Öğleden sonra bu sefer annem arıyor. 86 yaşındaki babamı evde tutamadığını, sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı mahalledeki dükkanını görmeye gittiğini ve gözyaşları içinde olduğunu söylüyor. Sur’a gitmeye karar veriyorum.

Yoğurt Pazarının biraz ilerisinde bir kürsüde çökmüş vaziyette babamı buluyorum. Onunla ilgilendikten sonra, açılan sokakları dolaşmaya başlıyorum.

Her yer yıkıntı, çöp, pislik halinde. Çocukluğumun geçtiği Yoğurt Pazarının hemen köşesindeki 100 yıllık ağaç yok artık, ağacın gövdesi yıkıntıların arasında.

İlerliyorum. Yıkıntılar arasında dolaşan epey bir insan var. Yerlerde cam kırıkları. Dükkanların darabaları kırılmış, içlerinde bir şey kalmamış. Çocukken en çok sevdiğim köşede duraklıyorum. Dar sokaklardan baktığım gökyüzüne tekrar bakıyorum. 30 yıl önce bana umut veren, küçelerimize sızan ışıklar şimdi umutsuzluğumu arttırıyor.

Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu: Ne üzerinde anlaşamadığımıza değil, neler üzerinde anlaşabildiğimize baktık

Kendimize dedik ki, 30 yıl sonra da aynı şeyle uğraşabiliriz, ya da tavizlerde bulunabiliriz...”
Bu sözler Kuzey İrlanda barış sürecinde oldukça önemli bir rol oynayan Kadın Koalisyonunun kurucularından Avila Kilmurray’a ait.
Son yıllarda Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün düzenlediği çalışma gezileri ile birkaç kez gittiğim İrlanda’da beni en etkileyen oluşumlardan birisi Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu oldu. Kadın Koalisyonu müthiş çatışmalı bir ortamda, erkeklerin domine ettiği bir ortamda bir sivil toplum örgütü şeklinde kurularak, Protestan ve Katolik her 2 toplumdan kadınları bünyesinde topluyor. Çatışmanın en yoğun yaşandığı dönemlerde siyasetler üstü bir birliktelik sağlıyor, kadın duyarlılığı üzerinden 2 toplumun fertlerini bir araya getirmeyi başarıyor. Kadın Koalisyonu daha sonra barış sürecinde rol alıyor ve parlamentoya giriyor.

Eserinle övün Türk İslamcısı! Muhakkak ki yerin cennettir!

Eserinle övün Türk İslamcısı! Muhakkak ki yerin cennettir!

Başlıktaki bu sözleri yazar, belgeselci Ümit Kıvanç’ın bir tweetinden aldım. Ümit Kıvanç geçen hafta Samsun ve Aşkale’de Kürt işçilere yapılan ırkçı saldırılara ilişkin paylaşılan kanlar içindeki Kürt işçilerin resimleri üzerine yazmıştı bu tweeti.
Türk İslamcısının övüneceği şeyler çok fazla:
10 aydır Kürt illerinde devam eden, hukuksuzca ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından başlayabiliriz mesela. Aslında bunun adını artık değiştirmek, sokağa çıkma yasağı yerine başka bir kavram kullanmak gerek. Çünkü bu sokağa çıkma yasağı elektriksiz, susuz, aç bırakılmak, tankla-topla bombardımana tutulmak demek.

Kürt sorununa İsveç’ten bakış

 
İsveç Sol Parti’nin davetlisi olarak 1 haftadır İsveç’teyim. Sur Belediyesi Başkan Yardımcısı Naşide Buluttekin, SAMER’den Yüksel Genç ve Kadın Akademisinden Mekiye Ormancı ile birlikte İsveç’in 7 farklı şehrinde düzenlenen panellerle Bölgede yaşananları  İsveçlilerle ve İsveç’te yaşayan Kürtlerle paylaşıyoruz.

Sunday, July 10, 2016

Cizreliler: Sanki bizi gökyüzünden vurdular!

Cizreliler: Sanki bizi gökyüzünden vurdular!

“En son 30 Ocak’ta Abdullah ile konuştum. Ağlayarak ‘gel’ dediğimde  ‘Anne ne olur ağlama iyiyim’ dedi. Bir bodrumda mahsur kaldıklarını söyledi. Abdullah ‘eğer yakınsan gel beni al anne’ dedi. Defalarca oğlumu almak için yola çıktım. Ama Yafes Köprüsü üzerinde bulunan polisler geçişime izin vermedi.
"Rüyama girdi, rüyada telefonla konuşuyorduk. Telefonda üç sefer bana ‘anne’ dedi. Ben de üç defa ‘ana kurban’ diyordum. ‘Anne telefonun ucuna gül bırak sesim daha iyi gelir’ diyordu. Ağlayıp ‘hadi bana yine anne de’ söylüyordum. O rüyadan sonra şu gördüğünüz kırmızı gülü evin şu köşesine astım”.[1]
Bu sözler Cizre’deki ikinci 'vahşet bodrumu'nda katledilen 16 yaşındaki Abdullah Gün’ün annesi Leyla Gün’e ait. Abdullah Gün “Ambulans geldi, çıkın” anonsları üzerine bodrumdan çıkmış ve çıkar çıkmaz keskin nişancıların kurşunlarıyla öldürülmüştü. Cenazesi ölümünün üzerinden aylar geçmiş olmasına rağmen hala bulunamadı.

Kafamıza sıkamazsın lan!

Kafamıza sıkamazsın lan!

Yer Diyarbakır Suriçi.  Tamı tamına 147 gündür yasaklı olan mahalleler. Hani şu on binlerce insanın zorla göç ettirildiği, yüzlerce insanın bodrumlara sığındığı, onlarca evladın katledildiği, cenazelerin aylarca yerde kaldığı, kimisinin parçalandığı Suriçi. 
“Allah için vurun, peygamber için vurun, şehitler için vurun” diyen telsizli anonstan sonra, eline silahını alan özel tim kılıklı yüzü maskeli rapçi olduğu söylenen bir adam, yanık yıkık memleketimde, bizlere yasak memleketimizde klip çekmiş.
Bu rapçi bozuntusunun (bozuntu diyorum, çünkü rapin bir başkaldırı müziği olduğunu bile bilemeyecek kadar  rapten uzak) söylediği şarkıda geçen bazı cümleler şunlar:

Thursday, July 7, 2016

Hepimiz Amedsporluyuz!

Hepimiz Amedsporluyuz!

Futbolu sevmem ve bugüne kadar futbolla hiç ilgilenmedim. Ta ki bu yıl Amedspor’un başına gelenleri izleyene kadar.
Amedspor benim gibi futbolla ilgisi olmayan birçok Kürdün de yakından takip ettiği bir konu haline geldi.  Haksız yere onlarca ceza aldı. Futbolcusu Deniz Naki “barış”a ilişkin söylemleri nedeniyle TFF tarihindeki en büyük cezayı aldı. Bu savaş döneminde Amedspor da belli ki topun ağzında. Devlet Kürtlükle ilgili her şeyle uğraştığı gibi Amedsporla da uğraşacak.

Suriçi’ndeki yapıları yıkıp yeniden yapabilirsiniz, peki ya yaşamları?

Diyarbakır Suriçi’nin 6 mahallesinde sokağa çıkma yasağı devam ediyor. Bugün yasağın 145.  günü.  Bu mahallerin dışındaki Suriçi ise kendini toparlamaya çalışıyor.
Suriçinin ana caddesi Gazi’de dükkânların büyük bölümü açılsa da, eski kalabalık yok. Cadde girişindeki tanklar ve TOMA’lar ise artık Suriçi’nin demirbaşlarından. DSİ’nin kamyonları altı mahallenin hafriyatlarını taşımak için Gazi Caddesi’ne girip çıkarken, kamyonlara acı ve öfke ile bakanları hissedebiliyorsunuz.

Cizre’den Sur’a dayanışma zamanı!

“Evimin üzerinden çekilsinler, ben kendi toprağımı yerim.”
Bu sözler Suriçi’nde tanıştığım Sultan Ana’ya ait. Bölgede bir yandan savaş devam ederken, öte yandan da savaşın yaraları sarılmaya çalışılıyor.
Sabah önce Bağlar Belediyesi'ne uğruyorum. Suriçi’nden göç etmek zorunda kalan ailelerin ciddi bir kısmı Bağlar ilçesine geldi. Diyarbakır belediyeleri iyi bir sistem kurmuş. Bu ailelerin ciddi bir kısmını kayıt altına almışlar. Belediye çalışanları ile bilgisayar başında tek tek dosyalara bakıyoruz.  Ailenin ismi, ne zaman Sur’dan geldiği, hangi yardımlar verildiği ve ihtiyaçları bu dosyada kayıtlı.  Şuan için Sur’dan göç eden 5500 aile belediyelerin sistemine kaydedilmiş, ancak henüz kayıtlı olmayan aileler de var. 5500 aile, aile büyüklükleri düşünüldüğünde 55-60 bin kişi demek. Bağlar Belediyesi diğer belediyeler gibi kendi belediye sınırları içine göç eden aileler için kampanya açmış durumda, ancak gelen yardımlar yeterli değil. Gıda, ped, çocuk maması, sünger yatak ve buzdolabı ihtiyacı çok yoğun. Belediye bu 5500 aileye en azından 1 yıl düzenli destek vermek istiyor, bu da aile başı aylık 150-200 TL. demek.

Wednesday, July 6, 2016

Ermeniler’in ahıyla yaşamak!

Ermeniler’in ahıyla yaşamak!

Nenem Ayşe Teyfur 2014 yılının Ekim ayında 104 yaşındayken aramızdan göçtü. Bir asırdan uzun ömründe nenemle iletişimim çok sınırlıydı. Çünkü nenem Türkçe, ben de Kürtçe bilmiyordum.
Nenemle şarkılar aracılığıyla konuşurduk.  İkimizde şarkıları seviyorduk. Kürtçe bilmeyen binlerce Kürt çocuk gibi ben de Kürtçe şarkıları anlamasam da ezbere biliyordum. Muhtemelen hepsi zulümden, ölümden, savaştan bahsettikleri içindi. Nenem bana sürekli şarkı söyler, ben de şarkılar aracılığıyla aslında nenemi dinlerdim.
Nenemin söylediği şarkılar daha çok hüzünlü ağıtlardı. Nenemin yüzyıllık tanıklığı bu ağıtlarda sanki ses bulurdu.

İplik her zaman iğneyi takip eder…

Nenemin ağıtlarının bir kısmının Ermeni komşuları için olduğunu ise çok geç öğrenecektim:

Living with the Curse of the Armenians

Living with the Curse of the Armenians
Nurcan Baysal
Translated by Nathalie Alyon

Published in Journal of Levantine StudiesVol 5.2 Special Edition: The Armenian Genocide 
http://www.levantine-journal.org/Sneak+Peak+dock-ument+from+Vol+52_h_hd_147_18.aspx

My great grandmother AyşTeyfurmy Nene”—passed away in October 2014, at the age of 104. Despite growing up with her, I couldnt communicate with my Nene in conventional waysshe didnt speak Turkish and I didnt speak Kurdish.

My great grandmother and I spoke through song instead. We both liked music. Like thousands of other Kurdish children who never learn their mother tongue, I knew many Kurdish songs by heart, despite never understanding the lyrics. The truth is that I didnt need to know the language to understand what Nenes ballads conveyedmost Kurdish songs narrate cruelty, death, and war. As my Nene sang to me, her century-old existence found voice in her ballads, and I got to know her through music.

The Thread Always Follows the Needle

I would learn much later, as an adult, that my Nene sang some of her ballads for her Armenian neighbors:

Monday, July 4, 2016

"Kamu", "kamu"ya karşı!

"Kamu", "kamu"ya karşı!

Son yılların başımızdaki yeni sopası “kamu düzeni.”
“Kamu düzeni”,  özgürlüklerin sınırlandırılmasında en çok öne sürülen argüman haline gelmiş durumda. Başta Başbakan Davutoğlu olmak üzere AKP’lilerin son zamanlarda en çok kullandığı kelime, sihirli sözcük gibi. Yapılan her katliam, yıkılan her şehir, evler, sokaklar; hepsi tek bir şey için, “kamu düzeni”nin tesisi!
Öyleyse bir bakalım nedir uğruna bunca insanın öldürüldüğü, bunca yaşamın yerle bir edildiği, son yılların ünlü sopası , “kamu düzeni:”

Korucular yine sahnede!

Devletler kendi orduları ve askerlerini kullanmayacak kadar kirli savaşlar yürüttükleri zamanlarda paramiliter yapılara başvururlar. Dünyanın birçok bölgesinde, Irak’tan, Guatemala’ya kadar bunu gözlemlemek mümkün.
Türkiye’de de 90’larda devlet Kürtlere karşı yürüttüğü savaşta JİTEM ve koruculuk gibi paramiliter yapılar oluşturarak, savaşın en kirli boyutunu bu yapılar üzerinden yürüttü. JİTEM’in ve korucuların bir kısmının karıştığı suçlar, kirli işler, katliamlar bugün hala aydınlatılmamışken, bu yapılar şimdi yeniden devrede.

Dilan

Dilan

Uzun yıllar Tatvan’a bağlı Kavar havzasının köylerinde çalıştım. Kavar havzasının hikayesini 'O GÜN' kitabımdan okuyabilirsiniz. 1990’lı yıllarda havzadaki köylerden bir kısmı boşaltılmış, bir kısmı yakılmış, bir kısmı da korucu olmuştu. Dilan’la[1] bu köylerde tanıştım.
Dilan’ların evi Kavar’a her gittiğimde uğradığımız, soluk aldığımız evlerden biriydi. Babası özel bir adamdı. Bu köy ona dar geliyordu. Evlerinde Kazım Koyuncu ve Yılmaz Güney’in resimleri asılıydı. Savaşın en şiddetli olduğu yıllarda herkes köyü bırakıp giderken, Dilan’ın babası İkram, bir sonraki yıl için toprağı nadasa yatırırdı. İkram bu yıllar boyunca hem zorla dayatılan koruculuğa karşı direnecek hem de köyünü terk etmemek için direnecekti. İnatçı, şiir seven, doğaya düşkün babasıyla olan özel dostluğum, zamanla kızlarını da daha yakından tanıma fırsatı verdi bana.

Barış için tek yol var: Diyalog, diyalog, diyalog!

Geçen hafta Demokratik Gelişim Enstitüsü’nün düzenlediği İrlanda çalışma gezisi kapsamında Dublin ve Belfast’ta çeşitli temaslarda bulunduk.