Tuesday, November 29, 2016

Erdoğan: “Her şeyi söyleyebilen” tek adam

Erdoğan: “Her şeyi söyleyebilen” tek adam

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün yine konuştukça konuştu. Onu dinleyenlerin alkış ve gülümsemeleri arasında önce “Bir adam gibi ölmek var, bir de madam gibi ölmek var” dedi. Bir gün içinde hem kadınları hem Hristiyanları aşağılamak yetmemiş olacak ki daha sonra Ezidilere “Sizi kamplarda biz besliyoruz” demeyi de ihmal etmedi.
Dünden beri Erdoğan’ın bu dili neden kullandığını, neden kadınları, farklı inanç ve kültürleri aşağılayan bir dil seçtiğini düşünüyorum. Belli ki bu dili bilerek ve isteyerek kullanıyor. Bilinçli bir tercih yapıyor Erdoğan.  Muhtemelen sinirleri bozmak istiyor, bozuyor da…
Erdoğan’ın kullandığı bu ayrımcı, aşağılayıcı söylemler neye yol açıyor, belki buradan bir beyin jimnastiği Erdoğan’ın bu üslupla ne amaçladığını anlamamızı sağlayabilir diye düşünüyorum.

“Ölümü çocuğumun eline bir oyuncak gibi verdiler”

Başlıktaki bu sözler 2011 yılında Van’da bulduğu patlayıcı bir cismin elinde patlaması sonucu ölen Murat Polat’ın annesine ait. Murat, Van'ın Erciş ilçesine bağlı Yukarı Akçagedik Köyü'nde hayvanlarını otlatmak için gittiği merada bulduğu patlayıcı cismin elinde patlaması sonucu yaşamını yitirmişti. Annesi Haticecenazesinde "Ben bu acıyı hak etmedim. Muratım da ölümü hak etmedi. Ölümü oyuncak gibi Muratımın eline verdiler" diyerek Kürtçe ağıtlar yakmıştı. Murat’ın annesinin çığlığı zihnimde yıllardır asılı kaldı.
Mayın, patlamamış savaş ve çatışma atıklarından kaynaklı patlamalar sonucu ölenlerin çoğunluğu çocuklar. Çünkü çocuklar bu cisimleri bir oyuncak sanarak, merak ederek dokunuyorlar, Yüksekova’da ölen 11 yaşındaki Umut Ayvalık gibi.

Kolombiya: Kazanma, kaybetme gibi kavramlar geriye çekildi

Kolombiya’da barışa ilişkin önceki çabaları yazmıştım. FARC ile Kolombiya hükümeti arasındaki son barış denemesi Santos’un iktidara gelişi ile başlıyor. Merkez sağ, muhafazakar çizgideki Santos iktidara geldiğinde kimsede barış ümidi kalmamıştı. Santos başkanlık yarışında sert savaş yanlısı vaatlerle iktidara gelmişti.
2010 yılında Santos iktidara geldiğinde FARC lideri ve Santos’u tanıyan bir işadamı ikisi arasında mektup getirip götürmeye başlıyor. Santos 2010 yılında yolladığı ilk mektupta FARC liderine “birbirimizin kamuoyu önünde söylediklerine pek aldırmayalım, kamuoyuna söylediklerimizin dışında biz birbirimizle konuşalım”diyor. Mektuplaşmalar uzunca bir süre devam ediyor.  Bu aşamada 2 taraf da birbirine hiçbir vaat vermiyor, sadece diğerinin niyetini anlamaya çalışıyor. Daha sonra Santos kardeşini FARC’ın yanına yolluyor, bu büyük bir jest oluyor.

Televizyon ve radyoları kapatarak Kürt sorunu çözülür mü?

Dehşet içinde yaşıyor gibiyiz. Gözümüz, kulağımız sürekli haberlerde. Günlerimiz ve saatlerimiz  “Bugün hangi yayın organları kapatıldı, kimler gözaltına alındı, kimler işsiz kaldı, nerede kaç kişi öldü…” bunları takip etmekle geçiyor.
Dün Azadi TV, Özgür Gün TV, Jiyan TV, Zarok TV mühürlenmişti. Bugün de Hayatın Sesi ve İMC TV stüdyoları polis tarafından basılarak mühürlendi. Özgür Radyo'ya polis baskın düzenledi ve 17 kişiyi gözaltına aldı. Radyonun yayınları kesildi.
Hükümet darbecilerle uğraşmak yerine, toplumsal muhalefet kesimlerine, Kürtlere, Alevilere ve barış isteyenlere baskı uygulamaya başladı. Tüm muhalif sesler tek tek kesilmeye çalışılıyor. Peki, bu sesler kesilince sorun çözülüyor mu?

Kolombiya’da barış denemeleri

Kolombiya hükümeti ile FARC arasında imzalanarak halk oylamasına sunulan barış anlaşması, yüzde 50.24 oyla bugün reddedildi. Birçok kişi halk oylaması sonucu barış anlaşmasının belirsizliğe düştüğünü söylese de, halk oylamasının sonuçları açıklandıktan sonra Kolombiya lideri Santos ve FARC lideri Timoşenko’nun verdiği barış yanlısı mesajlar, tüm bu süreçten barışın galip geleceği umudunu besliyor.
Son barış sürecini değerlendirmeden önce Kolombiya’da daha önceki barış denemelerine ve önceki barış arayışlarının başarısızlıkla sonuçlanmasının nedenlerine bakmakta fayda var.

Nereye şirinliyoruz Şirin Baba?

Nereye şirinliyoruz Şirin Baba?


Bu satırları sizlere İMC TV’nin Diyarbakır bürosundan yazıyorum. Büroda hüzün var. Son yayın yapılıyor.  5,5 yılda İMC TV imkânsızlıklar içinde çok şey başardı. Bu büroda çalışan arkadaşların çoğu büyük bedeller ödeyerek bizlere haberleri ulaştırdılar. Kameralarını, mikrofonlarını kimsenin tutmak istemediği yerlere tuttular. Nusaybin’e, Suriçi’ne, Cizre’nin bodrumlarına…
İMC TV Diyarbakır bürosundan Faruk Balıkçı ile konuşuyorum:

Friday, November 18, 2016

I am like Diyarbakır: Grieving, furious, resentful but still I stand.

I am like Diyarbakır: Grieving, furious, resentful but still, I stand.

Last Friday 370 civil society organizations were closed by the government under the allegation of supporting terrorist groups. 50 of these organizations are based in Diyarbakir, in my city. There are associations that support the families who lost their houses during the curfews or families who live under the poverty line in the Region. Associations that represent women and children rights, Kurdish linguistic rights, “lost” people, reconciliation, Kurdish culture, lawyers rights have all been closed by the government.

Sarmaşık is one the associations that was working on poverty. Sarmaşık had regularly given food support to 32.000 people every month for the past 11 years.

Savaşıp ölsünler diye çocuk doğurmuyoruz!

Savaşıp ölsünler diye çocuk doğurmuyoruz!


Kolombiya bu akşam tarihi bir barış anlaşmasına imza atıyor.  50 yıl süren çatışmalı dönemin ardından bugün Kolombiya hükümeti ve FARC arasında barış anlaşması resmi olarak imzalanıyor.
Kolombiya’daki çatışma sosyal, ekonomik, siyasal ve askeri bir çatışma. Çatışma sürecinin iç içe geçmiş birçok nedeni var. Bunlardan biri Kolombiya’da herhangi bir muhalif gücün hiçbir yasal, anayasal güvencisinin olmaması. Son 30 yıl içerisinde, başkanlık seçimlerinde bile 4 başkan adayı kampanyalar sırasında öldürülüyor. Toplumsal muhalefet güçleri, köylü hareketi ve işçi hareketlerinin liderleri sürekli infaz ediliyor. Çatışmanın bir diğer nedeni toplumsal zenginliğin küçük bir elde toplanması, oligarşi sistemi. Bir yanda çok zengin küçük bir azınlık, öte yanda işçi ve köylülerden oluşan geniş bir yoksul kitlenin varlığıolması. Toprak mülkiyetinin ufak bir grubun elinde merkezileşmiş olması ve ülke genelinde çok az insanın ekilebilir geçinebilir bir araziye sahip olması da çatışmanın nedenlerinden.

Cumartesi hiç bu kadar anlamlı olmadı

1995’in bir mayıs günüydü. Gözaltına alındıktan sonra kaybolan Hasan Ocak’ın işkence edilmiş cesedi bulunmuştu. O gün karar verdiler bir şeyler yapmaya. Sessiz olmalı, sürekli olmalı, bağımsız olmalıydı…
Bir avuç aktivist, insan hakları savunucusu, kayıp yakınları ve kayıp anneleri her cumartesi Galatasaray Meydanı'nda oturmaya başladılar. Ellerinde kayıplarının resimleri sessizce oturuyor ve kayıplarının akıbetini soruyorlardı.
Kamuoyu onlara 'Cumartesi Anneleri' adını verdi. Devlet bu sessiz oturumlara katılanlara “terörist” demeye başladı. Sessizlikten korkup, gözaltı ve şiddetle Cumartesi Anneleri'ni dağıtmaya çalıştı. Ama her gün daha fazla insan onlarla oturmaya başladı.

Hayatlarımıza atanan “kayyum!”

Bugün okulun ilk günü. Her yıl okulun ilk günü yaşanan heyecan bu yıl yok.  Tanıdığım öğretmenlerin neredeyse hepsi görevlerinden alınmış durumda.
Diyarbakır’da yüzlerce okul öğretmensiz. Sınıflar boş. Bölgede açığa alınan 11 bin 500 öğretmenin 4 bin 500’ü Diyarbakır’dan.  Açığa alınmayan konuştuğum bir öğretmen “29 Aralık’ta raporluydum, bacağım kırılmıştı. Beni bu nedenle açığa almamışlar. Herkesin mesleğinden olduğu bu dönemde arkadaşlarıma açığa alınmadığımı söylemeye utanıyorum” diyor. Sadece Diyarbakır değil Bölgedeki birçok okul öğretmensiz başladı yeni eğitim yılına.

"Sabah akşam bu camdan bakıyorum, neredesin Halil?.."

Nusaybin’in ünlü Musa Anter parkındayız. Bir zamanlar tüm Nusaybinlilerin toplandığı, Nusaybinli gençlerin gece yarılarına kadar oturup sohbet ettikleri parktan eser kalmamış. Parktaki 16 yıllık 6000 ağaç bile bombalanmış, kökleri kalmış. Parkın hemen arkasında tellerle çevrilmiş yasaklı Nusaybin var.
Görüntü karşısında dehşete düşmemek mümkün değil. Tarumar olmuş Musa Anter parkı, teller ve yanık yıkık yasaklı Nusaybin! Tüm bu kara görüntüye tezat parkın içinde geçmiş güzel günleri hatırlatırcasına kırmızı-yeşil-sarı bir çocuk parkı duruyor.

Kapatma gözlerini, Nusaybin yanık yıkık!

Kapatma gözlerini, Nusaybin yanık yıkık!

Evin avlusuna giriyoruz. O sırada 2 küçük kız çocuğu ellerinde 2 leğen sokaktan geliyorlar. Leğenlerde çöpten toplanmış küflü ekmekler var. Evin avlusu hurda dolu.
Bizi evin tek odasına alıyorlar. Yerde ince bir kilim, bir minder, bir tane de tahta beşik var. Odanın damı yok, tavan muşamba ile kapatılmış.
Bizi gören anne hemen ağlamaya başlıyor. Kadının kucağında bir bebek, yanında 2-3 yaşında bir erkek çocuk ve 2 kız çocuğu daha var. Kadın hem ağlıyor, hem anlatmaya çalışıyor: “Her sabah gidiyorlardı hurda toplamaya. O gün dedi ki anne bayram geliyor, gidip hurda toplayıp kendime elbise alacağım. Dilan’la birlikte gittiler hurdaya. Hemen tellerin oraya. Sarı yumurta şeklinde bir şey bulmuşlar, demir sanmışlar, sonra fırlatmış onu Zilanım…”

Baltayı vurmak

Başbakan Binali Yıldırım Diyarbakır’da konuşuyor:
“…Gazi ve Melikahmet Caddelerindeki bütün yapılar ahşap ve taş mimari ile yenilecek. Sur içinde yıkılan evler tarihi dokusuna uygun olarak yeniden yapılacak. Hazreti Süleyman Camisi’nin etrafını yenileyeceğiz. Dünyaca ünlü bir sanat müzesi yapacağız. Celal Güzelses adına müzik evi yapacağız. Bu 7 merkeze gençlik ve kadın merkezleri yapacağız…”
Yürüyorum. Yoğurt pazarındayım. Çocukluğumdaki gibi babam manav dükkânının başında, meyve tartıyor. Dükkândan erikleri doldurdum cebime, Yoğurt Pazarından Suriçi’nin içlerine doğru giriyorum. Yıkıntılar içindeki Dabanoğlu mahallesini geçiyorum. Yerlerde cam kırıkları, molozlar, duvarlarda kurşun delikleri…

Tellerin arkasındaki Nusaybin!


Tellerin arkasındaki Nusaybin!

1,5 yıl öncesiydi. Ezidi kampları için yardım organizasyonlarında gönüllü çalışıyordum. Bu nedenle gelmiştim Nusaybin’e. O zaman tanışmıştım Nusaybin Belediyesi Eş Başkanı Sara Kaya ile. Her gün sınırdan, Rojava’dan cenazelerin geldiği dönemlerdi. Sara Hanım sürekli sınırdan cenaze karşılıyordu. “Hep yastayız” demişti bana. Nusaybin Rojava’yı yalnız bırakmıyor, Nusaybin’den Rojava’ya gıda desteği gidiyordu kamyonlarla. O gün bu çalışkan kadın beni fazlasıyla etkilemişti. Tüm yaşadıklarına rağmen güçlü duruşu, çevresine verdiği destek ve umut… Ayrılırken daha iyi günlerde görüşmek umuduyla ayrılmıştık.
Daha iyi günleri göremedik.

Sormayacak mıyız bu 1552 kişi neden öldü diye?


Sormayacak mıyız bu 1552 kişi neden öldü diye?

İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi uzun süredir hazırladığı raporun sonuçlarını bugün kamuoyu ile paylaştı. Raporda savaşın başladığı 24 Temmuz 2015 ile 24 Temmuz 2016 arası Kürt illerinde yaşanan insan hakları ihlallerine yer veriliyor.
Rapora göre bu 1 yıl içerisinde asker, polis, korucu, örgüt militanı ve sivil olmak üzere 1552 kişi yaşamını yitirmiş. Anlaşılması için tekrar edeyim 1552 kişi, 1552, 1552!
Bu kişilerin 422’si güvenlik görevlisi, 622’si PKK’li.

Keşke’ler, Ah’lar ve Sur

Sur Kaymakamlığı'nın Suriçi’nin yasaklı mahallelerini bazı sokaklarında sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı duyurusu üzerine gazeteci-yazar Ahmet Tulgar ve İshak Karakaş ile birlikte Suriçi’ne gidiyoruz. Yoğurt pazarının yukarısından Dabanoğlu mahallesine doğru yürüyoruz. Daha önce kapalı olan sokakların bir kısmı açılmış. Ancak açılan alan ufak bazı sokaklarla sınırlı. Dar sokak aralarına konan mevcut polis barikatları, biraz yana çekilmiş ve insanlar aradan geçip gidebiliyorlar. Sokaklara girerken herhangi bir sıkıntı ile karşılaşmıyoruz.  İlerliyoruz. Bazı evlerin avlularında evlerin içini temizleyen insanlar görüyoruz, duvarlarda ise kurşunlar. Neredeyse her sokakta polis barikatlarına rastlıyoruz. Birçok yere Türk bayrakları asılmış, bazı yerlerde bazalt taşına bile bayrak resmi boyanmış. Özel timler de sokaklarda bol bol mevcut.

Saturday, November 5, 2016

Aaaauuu…. ttttttoooo …. Shooooooowww

Aaaauuu….  ttttttoooo …. Shooooooowww

The alarm rang at its usual time of 7:30. I woke up the children and rushed into the kitchen to prepare breakfast. Normally, while preparing breakfast, I would watch news on the TV. This was before the closing of Kurdish TV and alternative media channels. There are no trustworthy media channels that give news from the Region anymore. So today, my birds and turtles keep me company instead of the TV.

As the children started their breakfast, I checked my mobile phone. I saw many messages from my friends in the West. They sent messages like “how are you? Are you okay?” From their messages, I understood that something bad had happened in my city or in the country. I immediately opened the TV, and checked CNN Turk. I tried to understand what had happened. There are a lot of advertisements on CNN Turk. I was sure something important had happened, but I couldn’t find it on Turkish media.

A man on CNN Turk was shouting, “Aaaauuu….  ttttttoooo …. shooooooowww”. It was an advertisement.