Friday, May 19, 2017

Amedspor ve direniş!

Amedspor ve direniş!

Amedspor’un son lig maçındayız. Eğer bugün Amedspor-K.Maraşspor’u mağlup ederse ve aynı saatlerde İstanbul’da oynanacak İstanbulspor-Sivas Bedelediyespor maçında İstanbulspor mağlup olursa Amedspor şampiyonluğunu ilan edecek.
Futboldan anlamam, ilgilenmem. Futbolla bugüne kadar ki tek ilgim Amedspor oldu. Daha doğrusu son 2 yıldır, Bölgede savaşın şiddetlenmesi ile Amedspor’un yaşadıkları bu ilgimi arttırdı.
Amedspor’un geçen yıldan beri yaşadıkları malum. Son 2 yılda her türlü ayrımcılık ve ırkçılıkla karşılaştı. Futbol sahasını bir spor sahası yerine savaş sahası sanan onlarca futbolcu Amedspor’a karşı spor etiği içine sığmayan davranışları nedeniyle cezalandırılmazken, Amedspor barış sloganları nedeniyle sürekli cezalandırıldı. Kimileri utanmadan Amedspor’a asker selamı verdi, kimileri “güvenlik gerekçesi” göstererek Amedspor taraftarlarına sahayı kapattı, gittiği birçok deplasman maçında “şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganları atıldı, Türk bayrakları açıldı. Birçok maçta ırkçı söylemlerle karşılaştı. Yöneticileri protokol sıralarında dövülerek linç edilmeye çalışıldı.

Onların KHK’sı varsa, bizim de azmimiz, cesaretimiz ve direnme kararlılığımız var!

Geçen gün Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nden ihraç edilen bir arkadaşımla karşılaştım. İhraç edildikten sonraki süreci konuştuk. Doğrusu morali ve keyfi yerindeydi. Şuan sanatla ilgili ufak bir girişim kurmaya çalışıyor. Gülerek “kayyım aslında bizi işten atmakla bize yardım etti, baksana hepimiz girişimci olmaya başladık” dedi.
Arkadaşım tek değil elbet. Diyarbakır’da ve bölgede binlerce öğretmen, sağlık emekçisi, belediye çalışanları, belediyeye bağlı merkezlerde çalışan tiyatrocular, sanatçılar KHK’lar ile işten atıldılar. Gazeteler, TV’ler kapandı. Birçok gazeteci ve televizyoncu işsiz kaldı. Bu atılmalar,  Bölgedeki çoğu sivil toplum örgütünün de kapatılması ile birleşince şehirdeki ve bölgedeki işsizlerin sayısı epey yükseldi. Bunların çoğu nitelikli, eğitimli, donanımlı işsizler. İçinde şehrin en becerikli mimarları, şehir plancıları, sanatçıları, en deneyimli öğretmenleri, Hemşireleri, habercileri, fotoğrafçıları, müzisyenleri, oyuncuları, doktorları var.
İlk şok atlatıldıktan sonrasında gelişenlere bakalım:

Tuesday, May 16, 2017

Bir zulümler ülkesi: Roboski’den, Ankara’ya, Dersim’den, Bodrum’a…

Dün akşam Roboski’de yaşayan barış aktivisti ve vicdani retçi Yannis Vasilis Yaylalı’nın gözaltına alındığını sosyal medyadan öğrendim. Yannis Vasilis Yaylalı, Uludere’de Roboski ailelerinden bir büyükbabanın cenazesine Bulakbaşı köyüne giderken gözaltına alınmış. 1 saat sonra Vasilis’in yoldaşı, barış aktivisti Meral Geylani aradı ve gözaltı değil, Vasilis’in direkt tutuklandığını söyledi.
Vasilis daha önce de defalarca gözaltına alınmıştı. En son Roboski katliamının yıldönümünde gözaltına alınarak serbest bırakılmıştı. Buna savcılık tarafından itiraz edilmesi üzerine Şırnak Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklama kararı verilmiş.

Türkiye’de Ezidiler ne durumdalar?

3 ağustos 2014’te IŞİD’in Şengal’e saldırması sonucu yüz binlerce Ezidi evlerini yuvalarını terk etmek zorunda kaldılar. On binlerce Ezidi sınırı geçerek Türkiye’ye geldi. Bu Ezidiler için Bölgedeki belediyeler olağanüstü bir çaba ile kamplar kurdular. Silopi’den, Şırnak’a, Diyarbakır’a, Batman’a, Siirt’e kadar geniş bir alanda bu kamplar kuruldu. Zor bir dönemdi. Kampları oturtmak hiç de kolay olmadı. Belediyelerin, sivil toplum örgütlerinin, gönüllülerin çabasıyla kamplarda okullar kuruldu, sosyal faaliyetler başladı, kadınlar için üretim atölyeleri oluşturuldu, sağlık merkezleri kuruldu, psikolojik destek verildi, kamplarda kadın merkezleri oluşturuldu. O dönem bu kamplarda çalışan gönüllülerden biri olarak süreci yakından takip edebildim.

Kürtler zulme, baskıya boyun eğmedi, bu da size dert olsun!

Referandum süreci boyunca ‘Hayır’cılar da ‘Evet’çiler de argümanlarını Kürtler üzerinden oluşturup, kendilerini Kürt Sorunu üzerinden konumlandırdılar. Ancak ağır medya baskısı, Kürt illerinde gerek medyanın, gerek sivil toplum örgütlerinin çoğunun susturulmuş olması nedeniyle, bu süreçte Kürtlerin ne düşündüğünü Türkiye genel olarak duymadı. Bu konuda  algı operasyonları hem batıda hem de bölge içinde devam etti. Yok efendim Kürtler evet diyecekmiş, oy vermeye gitmeyecekmiş… Bunun için iktidarın yereldeki görünür ve görünmeyen ayakları yoğun bir propagandaya giriştiler. Son saatlere kadar hala Diyarbakır’da bu kişiler “Evet de çıksa Hayır da çıksa bizim için fark etmez, tek adam gelirse Kürt sorunu daha rahat çözülecek” gibi argümanlarını devam ettiriyorlardı. Başta HÜDA-PAR olmak üzere bazı Kürt grupların Erdoğan’a çalıştığını belirtmeye zaten gerek yok sanırım.

Bir "hain" ve "terörist" olarak HAYIR diyorum!

Bu referandum sürecinde her türlü rezilliği gördük.  Evet propagandası, kampanyaları, bez dövizleri, pankartları iktidar eliyle tüm ülkeyi sarıp sarmalamışken, HAYIR diyenler gözaltına alındı, darp edildi, işten atıldılar. “Hain”, “terörist”, “darbeci”  ilan edildiler. Yalan, iftira, tehditler dolu bir “Evet” kampanyası yürüttü iktidar. Yandaş medya, TV kanalları, gazeteler, yandaş sivil toplum örgütleri, oda ve borsaların, rektörlerin çoğunluğu iktidara çalıştı. Ellerindeki tüm bu fütursuz güç ve yaptıkları baskılara rağmen yine de  HAYIR çok güçlü, ve bunu anlamakta zorlanıyorlar.
O zaman onlara kısaca anlatalım, neden HAYIR diyoruz:

Açlık grevinde bir oğul

Odaya giriyorum. Odada bir sürü kadın hepsi siyahlar içerisinde. Anneye doğru yöneliyorum. Siyah gözlü, siyah başörtülü, dimdik bir kadın. Sarılıyorum. Doğrusu ne diyeceğimi de bilmiyorum.
Aysel İlhan, Şakran Cezaevi’nde açlık grevine giren mahkûmlardan Aslan İlhan’ın annesi. "Bugün 52. gün, ben saydım" diyor. En son 10 gün önce Kızıltepe’den İzmir’e, oradan da Şakran’a oğlunu görmeye gitmiş. Sadece 15 dakika görüş izinleri varmış.
“Buradan oraya kadar gidiyorsun, sadece 15 dakika mı!” diye isyan ediyorum. “Evet” diyor “sadece 15 dakika.” “Ama bu sefer 15 dakikayı bile dolduramadım. Çünkü oğlumun durumu çok kötüydü. Onu konuşturmak istemedim. 2 gardiyan kollarından tutmuştu. Duvarlara tutuna tutuna görüş odasına getirdiler. Mide kanaması geçiriyordu. Görme yetisini kaybetmeye başlamıştı. Sadece çok yakını görebiliyordu.”